English    Türkçe    فارسی   

2
598-622

  • صبر شیرین از خیال خوش شده ست ** کان خیالات فرج پیش آمده ست‏
  • Sabır, güzel hayallerle tatlılaşır. Çünkü her şeyden evvel içinde bulunduğun sıkıntıdan kurtulma hayaline düşersin.
  • آن فرج آید ز ایمان در ضمیر ** ضعف ایمان ناامیدی و زحیر
  • O kurtuluş ümidi, içteki imandan gelir. İman zayıflığından da ümitsizliğe, iç sıkıntısına uğrarsın.
  • صبر از ایمان بیابد سر کله ** حیث لا صبر فلا إیمان له‏ 600
  • Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur.
  • گفت پیغمبر خداش ایمان نداد ** هر که را صبری نباشد در نهاد
  • Peygamber “Allah, gönlünde sabrı olmayana iman da vermemiştir.” dedi.
  • آن یکی در چشم تو باشد چو مار ** هم وی اندر چشم آن دیگر نگار
  • O, senin gözüne yılan gibi görünür ama ötekinin gözüne güzel görünür.
  • ز انکه در چشمت خیال کفر اوست ** و آن خیال مومنی در چشم دوست‏
  • Çünkü senin gözünde onun küfrünün, kötülüğünün hayali var, halbuki dostun gözünde onun müminlik hayali cilve etmekte.
  • کاندر این یک شخص هر دو فعل هست ** گاه ماهی باشد او و گاه شست‏
  • Görüyorsun ya... Bu bir kişide iki iş de var. Gâh balık oluyor, gâh olta!
  • نیم او مومن بود نیمیش گبر ** نیم او حرص آوری نیمیش صبر 605
  • Yarısı mümin, yarısı kâfir. Yarısı hırs, yarısı sabır!
  • گفت یزدانت فمنکم مومن ** باز منکم کافر گبر کهن‏
  • Allah “ İçimizde mümin var de var, kâfir ve eski putperest de” dedi.
  • همچو گاوی نیمه‏ی چپش سیاه ** نیمه‏ی دیگر سپید همچو ماه‏
  • Öküz gibi... Yarısı kara, yarısı ay gibi bembeyaz.
  • هر که این نیمه ببیند رد کند ** هر که آن نیمه ببیند کد کند
  • Bu yarısını gören onu almaz, öbür tarafını gören almak ister, üstüne düşer.
  • یوسف اندر چشم اخوان چون ستور ** هم وی اندر چشم یعقوبی چو حور
  • Yusuf, kardeşinin gözünde canavar gibiydi, fakat yine o Yusuf, Yakup’un gözüne huri gibi geliyordu.
  • از خیال بد مر او را زشت دید ** چشم فرع و چشم اصلی ناپدید 610
  • Fer’e ait göz, kötü hayal yüzünden onu çirkin gördü, asli gözse ortada yoktur.
  • چشم ظاهر سایه‏ی آن چشم دان ** هر چه آن بیند بگردد این بد آن‏
  • Zahiri gözü, o asli gözün gölgesi bil. O ne görürse bil ki, bu da onu görür.
  • تو مکانی اصل تو در لامکان ** این دکان بر بند و بگشا آن دکان‏
  • Sen bir mekândasın, aslın Lâmekândır. Bu dükkânı kapa da o dükkânı aç.
  • شش جهت مگریز زیرا در جهات ** ششدره است و ششدره مات است مات‏
  • Altı cihete kaçma, çünkü o cihetlerde altı kapı vardır. Tavlada altı kapı da alındı mı karşıda ki mat oldu! Mat.
  • شکایت کردن اهل زندان پیش وکیل قاضی از دست آن مفلس
  • Zindandakilerin, Kadı’nın vekiline o müflisi şikâyet etmeleri
  • با وکیل قاضی ادراک‏مند ** اهل زندان در شکایت آمدند
  • Zindandakiler, Kadı’nın anlayışlı vekiline şikâyet ederek dediler ki:
  • که سلام ما به قاضی بر کنون ** باز گو آزار ما زین مرد دون‏ 615
  • “ Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle.
  • کاندر این زندان بماند او مستمر ** یاوه تاز و طبل‏خوار است و مضر
  • O, boşboğaz, obur ve muzır herif, bu zindanda kalıp duruyor.
  • چون مگس حاضر شود در هر طعام ** از وقاحت بی‏صلا و بی‏سلام‏
  • Kötü ve çirkin huyu yüzünden sinek gibi çağrılmadan selâmsız, sabahsız her yemeğe konmada.
  • پیش او هیچ است لوت شصت کس ** کر کند خود را اگر گوییش بس‏
  • Altmış kişinin yemeği ona yetişmiyor. Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor.
  • مرد زندان را نیاید لقمه‏ای ** ور به صد حیلت گشاید طعمه‏ای‏
  • Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu zindandakilere bir lokma bile kalmıyor.
  • در زمان پیش آید آن دوزخ گلو ** حجتش این که خدا گفتا کلوا 620
  • Sofra serildi mi o cehennem boğazlı herif hemen gelip oturuyor. Delili de şu: Allah, yiyin dedi!
  • زین چنین قحط سه ساله داد داد ** ظل مولانا ابد پاینده باد
  • Üç yıllık kıtlığa benzeyen bu adamdan elaman. Efendimizin ömrü ebedî olsun!
  • یا ز زندان تا رود این گاومیش ** یا وظیفه کن ز وقفی لقمه‏ایش‏
  • Ya bu sığırı zindandan defolup gitsin yahut doyması için vakıftan bir maaş tayin edilsin.