English    Türkçe    فارسی   

2
633-657

  • می‏ستانم گه به مکر و گه به ریو ** تا بر آرند از پشیمانی غریو
  • Ondan, o azığı, o ekmeği gâh hile, gâh hud’a ile alayım da pişmanlıktan feryada başlasın.
  • گه به درویشی کنم تهدیدشان ** گه به زلف و خال بندم دیدشان‏
  • Onları bazen yoksullukla korkutayım, bazen güzelliğin saçlarıyla, benleriyle gözlerini bağlayayım, dedi.
  • قوت ایمانی در این زندان کم است ** وان که هست از قصد این سگ در خم است‏ 635
  • Bu zindanda iman azığı azdır. Bu azığa sahip olanlar da köpeğin korkusundan ıstırap içindedir.
  • از نماز و صوم و صد بی‏چارگی ** قوت ذوق آید برد یک بارگی‏
  • Namazdan, oruçtan, yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azığını da gelip birden alır, götürüverir.
  • أستعیذ الله من شیطانه ** قد هلکنا آه من طغیانه‏
  • Allah Şeytanından Allah’a sığınırım; ah, onun azgınlığından helâk olup gittik!
  • یک سگ است و در هزاران می‏رود ** هر که در وی رفت او او می‏شود
  • Bir köpek ama binlerce kişiye saldırmada, kime saldırır, kimin kanına girerse o adam da Şeytan kesiliverir.
  • هر که سردت کرد می‏دان کاو در اوست ** دیو پنهان گشته اندر زیر پوست‏
  • Kim seni haktan, hakikatten soğutursa bil ki Şeytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmiştir.
  • چون نیابد صورت آید در خیال ** تا کشاند آن خیالت در وبال‏ 640
  • Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatmazsa hayaline girer de seni o hayalle kötülüğe sevk eder.
  • گه خیال فرجه و گاهی دکان ** گه خیال علم و گاهی خان و مان‏
  • Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkân açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.
  • هان بگو لاحولها اندر زمان ** از زبان تنها نه بلک از عین جان‏
  • Kendine gel hemen “ Lâhavle” de. Ama sade dille değil; candan gönülden!
  • تتمه قصه مفلس
  • Müflis hikâyesinin sonu
  • گفت قاضی مفلسی را وانما ** گفت اینک اهل زندانت گوا
  • Kadı “ Müflisliğini ispat et” dedi. Adam, “ İşte bütün zindandakiler tanık” deyince.
  • گفت ایشان متهم باشند چون ** می‏گریزند از تو می‏گریند خون‏
  • Kadı “ Onlar, senden şikâyetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar, senin elinden kan ağlıyorlar.
  • از تو می‏خواهند هم تا وارهند ** زین غرض باطل گواهی می‏دهند 645
  • Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere şahadette bulunabilirler” dedi.
  • جمله اهل محکمه گفتند ما ** هم بر ادبار و بر افلاسش گوا
  • Mahkemede bulunanların hepsi “Biz onun hem müflisliğine, hem kötülüğüne şahidiz” dediler.
  • هر که را پرسید قاضی حال او ** گفت مولا دست ازین مفلس بشو
  • Kadı, o adamı kime sorduysa “Efendim, bu müflisten elini yıka, bundan hayır gelmez” dedi.
  • گفت قاضی کش بگردانید فاش ** گرد شهر این مفلس است و بس قلاش‏
  • Kadı dedi ki: “ bu müflis fazlasıyla da dolandırıcı bir adam diye şehri alenen dolaştırın.
  • کو به کو او را مناداها زنید ** طبل افلاسش عیان هر جا زنید
  • Tellallar, yer, yer bağırıp onun müflisliğini her tarafta ilân etsinler.
  • هیچ کس نسیه بنفروشد بدو ** قرض ندهد هیچ کس او را تسو 650
  • Kimse ona veresiye bir şey satmasın, kimse ona bir mangır bile borç vermesin.
  • هر که دعوی آردش اینجا به فن ** بیش زندانش نخواهم کرد من‏
  • Birisi hilesine uğrar da o yüzden davaya kalkışırsa artık onu hapse atmam.
  • پیش من افلاس او ثابت شده است ** نقد و کالا نیستش چیزی به دست‏
  • Çünkü iflası bence sabit olmuştur. Elinde ne parası var, ne pulu!” dedi.
  • آدمی در حبس دنیا ز آن بود ** تا بود کافلاس او ثابت شود
  • Âdemoğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.
  • مفلسی دیو را یزدان ما ** هم منادی کرد در قرآن ما
  • Allah’ımız da İblisinin müflisliğini Kuran’la bize bildirmiş, her tarafa yaymıştır.
  • کاو دغا و مفلس است و بد سخن ** هیچ با او شرکت و سودا مکن‏ 655
  • O hilekâr, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, oyuna girişme.
  • ور کنی او را بهانه آوری ** مفلس است او صرفه از وی کی بری‏
  • Alışverişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin? diye anlatmıştır.
  • حاضر آوردند چون فتنه فروخت ** اشتر کردی که هیزم می‏فروخت‏
  • İş bu dereceye gelince odun, satan bir Kürdün devesini getirdiler.