English    Türkçe    فارسی   

2
752-776

  • چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
  • Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
  • از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
  • İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
  • ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
  • Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
  • صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس‏ 755
  • Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki.
  • تا بود کز دیده‏گان هفت رنگ ** دیده‏ای پیدا کند صبر و درنگ‏
  • Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.
  • رنگها بینی بجز این رنگها ** گوهران بینی به جای سنگها
  • O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.
  • گوهر چه بلکه دریایی شوی ** آفتاب چرخ پیمایی شوی‏
  • Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
  • کار کن در کارگه باشد نهان ** تو برو در کارگه بینش عیان‏
  • İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün.
  • کار چون بر کار کن پرده تنید ** خارج آن کار نتوانیش دید 760
  • Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin.
  • کارگه چون جای باش عامل است ** آن که بیرون است از وی غافل است‏
  • Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.
  • پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم‏
  • O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
  • کارگه چون جای روشن دیده‏گی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است‏
  • Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
  • رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
  • İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
  • لاجرم می‏خواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در 765
  • Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu.
  • خود قضا بر سبلت آن حیله‏مند ** زیر لب می‏کرد هر دم ریش‏خند
  • Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
  • صد هزاران طفل کشت او بی‏گناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله‏
  • O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
  • تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون‏
  • Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
  • آن همه خون کرد و موسی زاده شد ** و ز برای قهر او آماده شد
  • O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
  • گر بدیدی کارگاه لا یزال ** دست و پایش خشک گشتی ز احتیال‏ 770
  • Eğer zevali olmayan Allah’ın sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur, hile yapamazdı.
  • اندرون خانه‏اش موسی معاف ** و ز برون می‏کشت طفلان را گزاف‏
  • Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı.
  • همچو صاحب نفس کاو تن پرورد ** بر دگر کس ظن حقدی می‏برد
  • Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra da başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.
  • کاین عدو و آن حسود و دشمن است ** خود حسود و دشمن او آن تن است‏
  • Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, hâlbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi nefsidir.
  • او چو موسی و تنش فرعون او ** او به بیرون می‏دود که کو عدو
  • O, adam Firavuna benzer, bedeni de Musa’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “ Nerede düşman?” diye koşmaktadır. Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir.
  • نفسش اندر خانه‏ی تن نازنین ** بر دگر کس دست می‏خاید به کین‏ 775
  • Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta.
  • ملامت کردن مردم شخصی را که مادرش را کشت به تهمت
  • Halkın, bir töhmet yüzünden anasını öldüren kişiyi kınaması
  • آن یکی از خشم مادر را بکشت ** هم به زخم خنجر و هم زخم مشت‏
  • Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü.