اهل صف آخرین از ضعف خویش ** چشمشان طاقت ندارد نور بیش
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
و آن صف پیش از ضعیفی بصر ** تاب نارد روشنایی بیشتر
Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
روشنیی کاو حیات اول است ** رنج جان و فتنهی این احول است825
İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir.
احولیها اندک اندک کم شود ** چون ز هفصد بگذرد او یم شود
Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
آتشی کاصلاح آهن یا زر است ** کی صلاح آبی و سیب تر است
Demiri yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
سیب و آبی خامیی دارد خفیف ** نه چو آهن تابشی خواهد لطیف
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش830
O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.
حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب
Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
واسطه دیگی بود یا تابهای ** همچو پا را در روش پا تابهای
Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lâzımdır.
یا مکانی در میان تا آن هوا ** میشود سوزان و میآرد بما
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
پس فقیر آن است کاو بیواسطه ست ** شعلهها را با وجودش رابطه ست835
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
پس دل عالم وی است ایرا که تن ** میرسد از واسطهی این دل به فن
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
دل نباشد، تن چه داند گفتوگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است
Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
باز این دلهای جزوی چون تن است ** با دل صاحب دلی کاو معدن است
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام840
Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بیخودی
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.
یافتش زیرک دل و شیرین جواب ** از لب شکر چه زاید شکر آب
Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان845
Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.
چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
کاندر آن خانه گهر یا گندم است ** گنج زر یا جمله مار و کژدم است
O evde inci mi var, buğday mı; altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?