-
صد هزاران پادشاهان نهان ** سر فرازانند ز آن سوی جهان
- Daha nice yüz bin gizli Padişahlar var ki o nur âleminde yüceliğe sahiptirler, makamları vardır.
-
نامشان از رشک حق پنهان بماند ** هر گدایی نامشان را بر نخواند
- Allah, her yoksul, onların adlarını anmasın diye gayretinden adlarını gizledi.
-
حق آن نور و حق نورانیان ** کاندر آن بحرند همچون ماهیان
- O nura ve denizde balıklar gibi yaşayan nuranilere ant olsun…
-
بحر جان و جان بحر ار گویمش ** نیست لایق نام نو میجویمش
- O nura ve o denizi, denizin canı desem de lâyık değil. O âleme yeni bir ad aramaktayım.
-
حق آن آنی که این و آن از اوست ** مغزها نسبت بدو باشد چو پوست 935
- O Allah’a ant olsun ki bu da ondandır, o da ondan. İçler, hakikatler, ona nispetle kabuktur, zahirdir.
-
که صفات خواجهتاش و یار من ** هست صد چندان که این گفتار من
- Ant olsun o Allah’a ki kapı yoldaşım ve dostum, bu benim sözlerimden yüz kat daha üstündür.
-
آن چه میدانم ز وصف آن ندیم ** باورت ناید چه گویم ای کریم
- Arkadaşımın evsafından bildiklerimi söyledim, fakat ey kerem sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim?”
-
شاه گفت اکنون از آن خود بگو ** چند گویی آن این و آن او
- Padişah dedi ki: “Şimdi artık kendi halinden bahset. Ne vakte dek şunun, bunun halini anlatacaksın?
-
تو چه داری و چه حاصل کردهای ** از تگ دریا چه در آوردهای
- Söyle bakalım, senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinden ne inciler getirdin?
-
روز مرگ این حس تو باطل شود ** نور جان داری که یار دل شود 940
- Ölüm günü, bu duygun kalmaz. Can nurun var mı ki gönlüne yâr olsun?
-
در لحد کاین چشم را خاک آگند ** هستت آن چه گور را روشن کند
- Mezarda bu göze toprak dolar. Mezarı aydınlatacak nurun var mı?
-
آن زمان که دست و پایت بر درد ** پر و بالت هست تا جان بر پرد
- Bu elin, ayağın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı?
-
آن زمان کاین جان حیوانی نماند ** جان باقی بایدت بر جا نشاند
- Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip misin?
-
شرط من جا بالحسن نه کردن است ** این حسن را سوی حضرت بردن است
- Şart, iyilik etmek değil, iyilikle gelmek, bu iyiliği Allah’a götürmektir.
-
جوهری داری ز انسان یا خری ** این عرضها که فنا شد چون بری 945
- İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu ârazlar yok olunca nasıl götüreceksin ki?
-
این عرضهای نماز و روزه را ** چون که لا یبقی زمانین انتفی
- Bu namaz ve oruç arazlarını Allah’a nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok olup gider, bir anlıktır.
-
نقل نتوان کرد مر اعراض را ** لیک از جوهر برند امراض را
- Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları giderirler.
-
تا مبدل گشت جوهر زین عرض ** چون ز پرهیزی که زایل شد مرض
- Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, değişir. Perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi.
-
گشت پرهیز عرض جوهر به جهد ** شد دهان تلخ از پرهیز شهد
- Perhiz arazı, çalışmalarıyla cevher olur; acı ağız perhizle tatlılaşır.
-
از زراعت خاکها شد سنبله ** داروی مو کرد مو را سلسله 950
- Ziraatla topraklar ekinle, başakla dolar. Saç ilacı, örgü, örgü saç bitirir.
-
آن نکاح زن عرض بد شد فنا ** جوهر فرزند حاصل شد ز ما
- Kadını nikâhlamak arazdı, mahvolup gitti. Fakat o arazdan bize evlât cevheri meydana geldi.
-
جفت کردن اسب و اشتر را عرض ** جوهر کره بزاییدن غرض
- Atı, deveyi çiftleştirmek arazdır. Bundan maksat da yavru cevherini elde etmek.
-
هست آن بستان نشاندن هم عرض ** گشت جوهر کشت بستان نک غرض
- Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir. Zaten maksat da budur.
-
هم عرض دان کیمیا بردن بکار ** جوهری ز آن کیمیا گر شد بیار
- Kimya ile uğraşmayı da araz bil, eğer o kimyadan bir cevher elde ettiysen onu getir.
-
صیقلی کردن عرض باشد شها ** زین عرض جوهر همیزاید صفا 955
- Aynayı cilâlamak da arazdır. Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna cevheri meydana gelir.