-
خویشتن نشناخت مسکین آدمی ** از فزونی آمد و شد در کمی 1000
- Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi.
-
خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت
- İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
-
صد هزاران مار و که حیران اوست ** او چرا حیران شدست و ماردوست
- Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o, niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
-
مارگیر آن اژدها را بر گرفت ** سوی بغداد آمد از بهر شگفت
- Yılancı, o ejderhayı tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
-
اژدهایی چون ستون خانهای ** میکشیدش از پی دانگانهای
- Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi.
-
کاژدهای مردهای آوردهام ** در شکارش من جگرها خوردهام 1005
- “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu.
-
او همی مرده گمان بردش ولیک ** زنده بود و او ندیدش نیک نیک
- O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti. Ejderha diriydi.
-
او ز سرماها و برف افسرده بود ** زنده بود و شکل مرده مینمود
- Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu.
-
عالم افسردست و نام او جماد ** جامد افسرده بود ای اوستاد
- Âlem de donmuştur da adı cemad olmuştur. Üstadım, camit, donmuş demektir.
-
باش تا خورشید حشر آید عیان ** تا ببینی جنبش جسم جهان
- Mahşer güneşi doğuncaya dek sabret de âlem cisminin hareketini gör.
-
چون عصای موسی اینجا مار شد ** عقل را از ساکنان اخبار شد 1010
- Musa’nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.
-
پارهی خاک ترا چون مرد ساخت ** خاکها را جملگی شاید شناخت
- Senin bir avuç topraktan ibaret olan varlığını nasıl bir cisim haline getirir? Bütün toprakları da bilgi ve anlayış sahibi bilmek gerek.
-
مرده زین سو اند و زان سو زندهاند ** خامش اینجا و آن طرف گویندهاند
- Bunların hepsi de bu âleme göre ölü, fakat hakikat âleminde diridir. Burada susup duruyorlar ama orada söylemekteler.
-
چون از آن سوشان فرستد سوی ما ** آن عصا گردد سوی ما اژدها
- Onları hakikat âleminden bize yolladılar mı işte asâ, bize ejderha kesilir.
-
کوهها هم لحن داودی کند ** جوهر آهن بکف مومی بود
- Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir bile avucunda mum gibi yumuşar.
-
باد حمال سلیمانی شود ** بحر با موسی سخندانی شود 1015
- Rüzgâr, Süleyman’ı yüklenir, taşır; deniz Musa ile konuşur.
-
ماه با احمد اشارتبین شود ** نار ابراهیم را نسرین شود
- Ay, Ahmet’in işaretini emrini anlar, fermanına uyar; ateş, İbrahim’e ağustos gülü olur…
-
خاک قارون را چو ماری در کشد ** استن حنانه آید در رشد
- Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannâne direği akla, fikre sahip olur...
-
سنگ بر احمد سلامی میکند ** کوه یحیی را پیامی میکند
- Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
-
ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
- Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
-
چون شما سوی جمادی میروید ** محرم جان جمادان چون شوید 1020
- Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki?
-
از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
- Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
-
فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسهی تاویلها نربایدت
- O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
-
چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کردهای تاویلها
- Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
-
که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
- “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.