-
عالم افسردست و نام او جماد ** جامد افسرده بود ای اوستاد
- Âlem de donmuştur da adı cemad olmuştur. Üstadım, camit, donmuş demektir.
-
باش تا خورشید حشر آید عیان ** تا ببینی جنبش جسم جهان
- Mahşer güneşi doğuncaya dek sabret de âlem cisminin hareketini gör.
-
چون عصای موسی اینجا مار شد ** عقل را از ساکنان اخبار شد 1010
- Musa’nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.
-
پارهی خاک ترا چون مرد ساخت ** خاکها را جملگی شاید شناخت
- Senin bir avuç topraktan ibaret olan varlığını nasıl bir cisim haline getirir? Bütün toprakları da bilgi ve anlayış sahibi bilmek gerek.
-
مرده زین سو اند و زان سو زندهاند ** خامش اینجا و آن طرف گویندهاند
- Bunların hepsi de bu âleme göre ölü, fakat hakikat âleminde diridir. Burada susup duruyorlar ama orada söylemekteler.
-
چون از آن سوشان فرستد سوی ما ** آن عصا گردد سوی ما اژدها
- Onları hakikat âleminden bize yolladılar mı işte asâ, bize ejderha kesilir.
-
کوهها هم لحن داودی کند ** جوهر آهن بکف مومی بود
- Dağlar, sese gelir, Davut’la beraber ırlar, ilahi okur, demir bile avucunda mum gibi yumuşar.
-
باد حمال سلیمانی شود ** بحر با موسی سخندانی شود 1015
- Rüzgâr, Süleyman’ı yüklenir, taşır; deniz Musa ile konuşur.
-
ماه با احمد اشارتبین شود ** نار ابراهیم را نسرین شود
- Ay, Ahmet’in işaretini emrini anlar, fermanına uyar; ateş, İbrahim’e ağustos gülü olur…
-
خاک قارون را چو ماری در کشد ** استن حنانه آید در رشد
- Toprak, Karun’u yılan gibi sömürür, yutar; Hannâne direği akla, fikre sahip olur...
-
سنگ بر احمد سلامی میکند ** کوه یحیی را پیامی میکند
- Taş, Ahmet’e selâm verir; Dağ Yahya’ya haber yollar…
-
ما سمعیعیم و بصیریم و خوشیم ** با شما نامحرمان ما خامشیم
- Hepsi de bunlara “ Biz size karşı duyar, görürüz… sizinle hoşuz, neşeliyiz. Fakat namahremlere karşı susup durmaktayız” derler.
-
چون شما سوی جمادی میروید ** محرم جان جمادان چون شوید 1020
- Ama siz bir cemada gidiyor, ona yöneliyorsunuz. Artık cematların canına, sırrına nasıl mahrem olursunuz ki?
-
از جمادی عالم جانها روید ** غلغل اجزای عالم بشنوید
- Cematlardan can âlemine gidin de âlemin cüzülerinin ahengini duyun!
-
فاش تسبیح جمادات آیدت ** وسوسهی تاویلها نربایدت
- O vakit cansız şeylerin tespihlerini apaçık duyarsın da tevil vesveselerine kapılmazsın.
-
چون ندارد جان تو قندیلها ** بهر بینش کردهای تاویلها
- Can âleminde kandiller yok da görmek için tevillere yapışıyorsun.
-
که غرض تسبیح ظاهر کی بود ** دعوی دیدن خیال غی بود
- “Tespihten maksat, nasıl olur da zahirî tespih olur? Bu tespihte bulunan bu cansız şeyleri görmek de sapıklıktan başka bir şey değil.
-
بلک مر بیننده را دیدار آن ** وقت عبرت میکند تسبیحخوان 1025
- Doğrusu şu: onları gören, ibret alır da Allah’ı tespih eder.
-
پس چو از تسبیح یادت میدهد ** آن دلالت همچو گفتن میبود
- Sana Allah’ı tespih etmeyi hatırlıyor ya… İşte bu tespihe delil olmaları, onları tespih etmesi demektir” dersin.
-
این بود تاویل اهل اعتزال ** و آن آنکس کو ندارد نور حال
- İtizal ehlinin tevili budur işte. Hal nuruna sahip olmayan kişinin işi budur.
-
چون ز حس بیرون نیامد آدمی ** باشد از تصویر غیبی اعجمی
- İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.
-
این سخن پایان ندارد مارگیر ** میکشید آن مار را با صد زحیر
- Bu sözün sonu gelmez… Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke,
-
تا به بغداد آمد آن هنگامهجو ** تا نهد هنگامهای بر چارسو 1030
- Bağdat’a kadar geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için,
-
بر لب شط مرد هنگامه نهاد ** غلغله در شهر بغداد اوفتاد
- Yılanı Şat kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu,
-
مارگیری اژدها آورده است ** بوالعجب نادر شکاری کرده است
- “Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye,