-
تا به بغداد آمد آن هنگامهجو ** تا نهد هنگامهای بر چارسو 1030
- Bağdat’a kadar geldi. o maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için,
-
بر لب شط مرد هنگامه نهاد ** غلغله در شهر بغداد اوفتاد
- Yılanı Şat kıyısına koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu,
-
مارگیری اژدها آورده است ** بوالعجب نادر شکاری کرده است
- “Bir yılancı ejderha getirmiş, acayip görülmemiş mefret bir şey. Nasıl da avlamış?” diye,
-
جمع آمد صد هزاران خامریش ** صید او گشته چو او از ابلهیش
- Yüz binlerce ahmak adam toplandı, ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar.
-
منتظر ایشان و هم او منتظر ** تا که جمع آیند خلق منتشر
- Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. O da etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu.
-
مردم هنگامه افزونتر شود ** کدیه و توزیع نیکوتر رود 1035
- Halk, iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun diyordu.
-
جمع آمد صد هزاران ژاژخا ** حلقه کرده پشت پا بر پشت پا
- Yüz binlerce herzevekil toplandı, halka oldular. Bir ayak, bin ayaküstüne geldi!
-
مرد را از زن خبر نه ز ازدحام ** رفته درهم چون قیامت خاص و عام
- Kalabalıktan erkeğin kadından haberi yoktu. Halkla ileri gelenler birbirlerine girmiş âdeta kıyametten bir alâmet olmuştu.
-
چون همی حراقه جنبانید او ** میکشیدند اهل هنگامه گلو
- Yılancı, yılanın üstündeki kilimi kımıldattıkça halk, parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu.
-
و اژدها کز زمهریر افسرده بود ** زیر صد گونه پلاس و پرده بود
- Ejderha, zemheriden donmuştu. Yüzlerce kilimin, kebenin altındaydı.
-
بسته بودش با رسنهای غلیظ ** احتیاطی کرده بودش آن حفیظ 1040
- Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı.
-
در درنگ انتظار و اتفاق ** تافت بر آن مار خورشید عراق
- Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu.
-
آفتاب گرمسیرش گرم کرد ** رفت از اعضای او اخلاط سرد
- Güneş onu epeyce ısıtınca azasından soğuk ahlât sıyrılıp gitmişti.
-
مرده بود و زنده گشت او از شگفت ** اژدها بر خویش جنبیدن گرفت
- O müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı.
-
خلق را از جنبش آن مرده مار ** گشتشان آن یک تحیر صد هزار
- Ölü yılanın kımıldadığını görünce halkın hayreti birken yüz bin oldu.
-
با تحیر نعرهها انگیختند ** جملگان از جنبشش بگریختند 1045
- Şaşkınlıklarından naralar atarak hep birden kaçışmaya koyuldular.
-
میسکست او بند و زان بانگ بلند ** هر طرف میرفت چاقاچاق بند
- Ejderha, halkın gürültüsünden çatır, çatır bağlarını koparmaya başladı. İplerin her biri bir yana düştü.
-
بندها بسکست و بیرون شد ز زیر ** اژدهایی زشت غران همچو شیر
- İplerini koparıp kilimin altından sıyrıldı. Bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen çirkin, mefret bir ejderha!
-
در هزیمت بس خلایق کشته شد ** از فتاده و کشتگان صد پشته شد
- Kaçarken halk birbirini çiğnedi, birçok kişiler ayakaltında kalıp öldüler, ölülerden yüzlerce yığın oldu.
-
مارگیر از ترس بر جا خشک گشت ** که چه آوردم من از کهسار و دشت
- Yılancı, ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim diye korkusundan yerinde katılıp kaldı.
-
گرگ را بیدار کرد آن کور میش ** رفت نادان سوی عزرائیل خویش 1050
- O kör koyun kurdu uyandırdı. Cahil, Azrail’in yanına kendi ayağıyla gitti.
-
اژدها یک لقمه کرد آن گیج را ** سهل باشد خونخوری حجاج را
- Ejderha o ahmağı bir lokma ediverdi. Haccac’a kan dökmekten kolay ne var,
-
خویش را بر استنی پیچید و بست ** استخوان خورده را در هم شکست
- Sonra da bir direğe sarılıp kendisini sıktı, karnında herifin kemiklerini çatır, çatır kırdı.
-
نفست اژدرهاست او کی مرده است ** از غم و بی آلتی افسرده است
- Senin nefsinde bir ejderhadır. O, nereden öldü ki? Dertten, eline fırsat düşmediğinden dondu, yoksa!
-
گر بیابد آلت فرعون او ** که بامر او همیرفت آب جو
- Firavunun eline geçenler, onun da eline geçse neler yapmaz! Irmak bile, Firavunun emriyle akardı.