-
پس نیم کلی مطلوب تو من ** جزو مقصودم ترا اندرز من
- Senin tamamıyla istediğin ben değilim. Âlemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var.
-
خانهی معشوقهام معشوق نی ** عشق بر نقدست بر صندوق نی
- Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim. Hâlbuki aşk, peşindir, eldedir; sandıkta değil!
-
هست معشوق آنک او یکتو بود ** مبتدا و منتهاات او بود
- Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona!
-
چون بیابیاش نمانی منتظر ** هم هویدا او بود هم نیز سر
- Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o!
-
میر احوالست نه موقوف حال ** بندهی آن ماه باشد ماه و سال 1420
- O hallere sahip bir hâkimdir, mahkûm değil. Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir.
-
چون بگوید حال را فرمان کند ** چون بخواهد جسمها را جان کند
- Dilerse söyler, hâle ferman eder… Dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir.
-
منتها نبود که موقوفست او ** منتظر بنشسته باشد حالجو
- Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir.
-
کیمیای حال باشد دست او ** دست جنباند شود مس مست او
- Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.
-
گر بخواهد مرگ هم شیرین شود ** خار و نشتر نرگس و نسرین شود
- Dilerse söyler, hale ferman eder… Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir.
-
آنک او موقوف حالست آدمیست ** کو بحال افزون و گاهی در کمیست 1425
- Hâle mahkûm olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır.
-
صوفی ابن الوقت باشد در منال ** لیک صافی فارغست از وقت و حال
- Hulâsa sofi “İbn-al vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
-
حالها موقوف عزم و رای او ** زنده از نفخ مسیحآسای او
- Haller, onun azmine onun reyine mahkûmdur. Haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.
-
عاشق حالی نه عاشق بر منی ** بر امید حال بر من میتنی
- Sense hale âşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun.
-
آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
- Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
-
وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین 1430
- Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem.
-
آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
- Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,
-
برج مه باشد ولیکن ماه نه ** نقش بت باشد ولی آگاه نه
- Ayın burcudur ama ay değil… Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok!
-
هست صوفی صفاجو ابن وقت ** وقت را همچون پدر بگرفته سخت
- Saf sofi, "İbn-al vakit"tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır.
-
هست صافی غرق عشق ذوالجلال ** ابن کس نه فارغ از اوقات و حال
- Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!
-
غرقهی نوری که او لم یولدست ** لم یلد لم یولد آن ایزدست 1435
- Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’tır.
-
رو چنین عشقی بجو گر زندهای ** ورنه وقت مختلف را بندهای
- Diriysen yürü, böyle bir aşk ara… Yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun.
-
منگر اندر نقش زشت و خوب خویش ** بنگر اندر عشق و در مطلوب خویش
- Çirkin, güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak!
-
منگر آنک تو حقیری یا ضعیف ** بنگر اندر همت خود ای شریف
- Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak!
-
تو به هر حالی که باشی میطلب ** آب میجو دایما ای خشکلب
- Ne halde olursan ol, boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır!
-
کان لب خشکت گواهی میدهد ** کو بخر بر سر منبع رسد 1440
- O susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de… Nihayet kaynağa ulaşacağını bildirmede.