English    Türkçe    فارسی   

3
1481-1505

  • و آن همی خندید ما را هم بده ** زانچ یابی هدیه‌ای سالار ده
  • Öbürü gülüp “Sana gelenden bize de hediye ver” diye alay etmekteydi.
  • او ازین تشنیع مردم وین فسوس ** کم نمی‌کرد از دعا و چاپلوس
  • O ise halkın bu kınamasına, bu alayına hiç aldırış etmez duayı niyazı azaltmazdı bile.
  • تا که شد در شهر معروف و شهیر ** کو ز انبان تهی جوید پنیر
  • Böyle, böyle şehirde tanındı, boş ambardan peynir aramakta diye şöhret buldu.
  • شد مثل در خام‌طبعی آن گدا ** او ازین خواهش نمی‌آمد جدا
  • O yoksul ham tamahlılıkla darb-ı mesel oldu ama yine de bu istekten bu niyazdan ayrılmıyordu.
  • دویدن گاو در خانه‌ی آن دعا کننده بالحاح قال النبی صلی الله علیه وسلم ان الله یحب الملحین فی الدعا زیرا عین خواست از حق تعالی و الحاح خواهنده را به است از آنچ می‌خواهد آن را ازو
  • Bir öküzün, o ısrarla dua eden adamın evine koşup gelmesi, Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok, Allah duada ısrar edenleri sever” demiştir. Çünkü o istek ve isteyen kişinin isteğindeki ısrar yok mu? İstediği şeyden de daha iyidir, istediğine ulaşmasından da
  • تا که روزی ناگهان در چاشتگاه ** این دعا می‌کرد با زاری و آه 1485
  • Nihayet bir gün kuşluk çağında yine ağlayıp inleyerek bu çeşit dua edip dururken,
  • ناگهان در خانه‌اش گاوی دوید ** شاخ زد بشکست دربند و کلید
  • Birdenbire evine doğru bir öküz koştu. Boynuzu ile kapıya vurup kilidi kırdı.
  • گاو گستاخ اندر آن خانه بجست ** مرد در جست و قوایمهاش بست
  • Küstahçasına eve girdi. Adam hemen sıçrayıp öküzü boynuzlarından bağladı.
  • پس گلوی گاو ببرید آن زمان ** بی توقف بی تامل بی امان
  • Durmadan, aman vermeden hemencecik boğazını kesti.
  • چون سرش ببرید شد سوی قصاب ** تا اهابش بر کند در دم شتاب
  • Derisini, yüzdürmek için gövdesini alıp koşa koşa kasaba götürdü.
  • عذر گفتن نظم کننده و مدد خواستن
  • Mesnevi’yi nazmedenin özrü ve Allah’tan yardım istemesi
  • ای تقاضاگر درون همچون جنین ** چون تقاضا می‌کنی اتمام این 1490
  • Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu manaları içimde oynatıp duran Allah, mademki bunun tamamlanmasını diliyorsun,
  • سهل گردان ره نما توفیق ده ** یا تقاضا را بهل بر ما منه
  • Kolaylaştır, yol göster, muvaffakiyet ver. Yahut da bu isteği, bu iştiyakı gider, bizi muahaze etme.
  • چون ز مفلس زر تقاضا می‌کنی ** زر ببخشش در سر ای شاه غنی
  • Mademki müflise altın ihtiyacını ilham ediyorsun, ey gani padişah, gizlice ona altın ihsan et.
  • بی تو نظم و قافیه شام و سحر ** زهره کی دارد که آید در نظر
  • Sen olmadıkça, senin inayetin lütfetmedikçe gece gündüz nazım ve kafiyenin ne değeri olabilir, bu çeşit meydana gelen şiire kim bakar ki?
  • نظم و تجنیس و قوافی ای علیم ** بنده‌ی امر توند از ترس و بیم
  • Ey bilgi sahibi padişah, nazım da, cinas da kafiye de korkudan senin emrine kuldur.
  • چون مسبح کرده‌ای هر چیز را ** ذات بی تمییز و با تمییز را 1495
  • Sen, her şeyi, seni tespih eder bir hale koymuşsun, akıl ve temyiz sahibi olanlar da seni tespih eder, akıl ve temyiz sahibi olmayanlar da.
  • هر یکی تسبیح بر نوعی دگر ** گوید و از حال آن این بی‌خبر
  • Her birinin başka çeşit bir tespihi var. Bunun halinden onun haberi bile yok!
  • آدمی منکر ز تسبیح جماد ** و آن جماد اندر عبادت اوستاد
  • İnsan, cansız şeylerin tespih etmesini inkâr eder ama cansız şeyler, ona kullukta üstattır.
  • بلک هفتاد و دو ملت هر یکی ** بی‌خبر از یکدگر واندر شکی
  • Hatta yetmiş iki milletin her biri öbürlerinin halinden bihaberdir… Hepsi de şüphe içinde kalmıştır.
  • چون دو ناطق را ز حال همدگر ** نیست آگه چون بود دیوار و در
  • Konuşan, söz söyleyen iki kişi bile birbirinin halinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini anlar, duyar?
  • چون من از تسبیح ناطق غافلم ** چون بداند سبحه‌ی صامت دلم 1500
  • Ben, söz söyleyen adamın bile tespihinden gafil olursam gönlüm, sessiz sedasız bir şeyin tespihini nasıl duyar?
  • هست سنی را یکی تسبیح خاص ** هست جبری را ضد آن در مناص
  • Sünni, Cebri’nin tespihinden bihaberdir. Cebri’ye de Sünni’nin tespihini eser etmez.
  • سنی از تسبیح جبری بی‌خبر ** جبری از تسبیح سنی بی اثر
  • Sünni’nin hususi bir tespihi vardır. Fakat Cebri’nin de bunun zıddı olan bir tespihi vardır ki, ona sığınır.
  • این همی‌گوید که آن ضالست و گم ** بی‌خبر از حال او وز امر قم
  • Bu, “O, sapıktır, yol azıtmıştır” der durur. Hâlbuki onun halinden de haberi yoktur, “Kün” emrinden de!
  • و آن همی گوید که این را چه خبر ** جنگشان افکند یزدان از قدر
  • O da, “Bunun hakikatten ne haberi var ki” demektedir. Allah takdir etmiş de onları savaşa düşürmüştür.
  • گوهر هر یک هویدا می‌کند ** جنس از ناجنس پیدا می‌کند 1505
  • Bu suretle de her birinin aslını meydana çıkarır, bir cinse mensup olmayandan izhar eder.