-
بر خلاف قول اهل اعتزال ** که عقول از اصل دارند اعتدال 1540
- Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “Akıllar yaratılışta aynı derecededir,
-
تجربه و تعلیم بیش و کم کند ** تا یکی را از یکی اعلم کند
- Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.
-
باطلست این زانک رای کودکی ** که ندارد تجربه در مسلکی
- Bu söz bâtıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya.
-
بر دمید اندیشهای زان طفل خرد ** پیر با صد تجربه بویی نبرد
- Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı.
-
خود فزون آن به که آن از فطرتست ** تا ز افزونی که جهد و فکرتست
- Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir.
-
تو بگو دادهی خدا بهتر بود ** یاکه لنگی راهوارانه رود 1545
- Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
-
در وهم افکندن کودکان اوستاد را
- Çocukların hocayı vehme düşürmeleri
-
روز گشت و آمدند آن کودکان ** بر همین فکرت ز خانه تا دکان
- Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler.
-
جمله استادند بیرون منتظر ** تا درآید اول آن یار مصر
- Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı.
-
زانک منبع او بدست این رای را ** سر امام آید همیشه پای را
- Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir… Ayağı çekip götüren baştır.
-
ای مقلد تو مجو بیشی بر آن ** کو بود منبع ز نور آسمان
- A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
-
او در آمد گفت استا را سلام ** خیر باشد رنگ رویت زردفام 1550
- Çocuk geldi, hocaya, selam verip “Hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi.
-
گفت استا نیست رنجی مر مرا ** تو برو بنشین مگو یاوه هلا
- Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama… Geç yerine otur” dedi.
-
نفی کرد اما غبار وهم بد ** اندکی اندر دلش ناگاه زد
- Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü.
-
اندر آمد دیگری گفت این چنین ** اندکی آن وهم افزون شد بدین
- Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı.
-
همچنین تا وهم او قوت گرفت ** ماند اندر حال خود بس در شگفت
- Böyle böyle vehmi arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.
-
بیمار شدن فرعون هم به وهم از تعظیم خلقان
- Firavunun da bu çeşit halkın ululamasından hasta düşmesi
-
سجدهی خلق از زن و از طفل و مرد ** زد دل فرعون را رنجور کرد 1555
- Kadın, erkek, çoluk, çocuk… Halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı.
-
گفتن هریک خداوند و ملک ** آنچنان کردش ز وهمی منهتک
- Herkes ona Allah’sın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimle öyle bir dereceye geldi ki,
-
که به دعوی الهی شد دلیر ** اژدها گشت و نمیشد هیچ سیر
- Allahlık, dâvasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu!
-
عقل جزوی آفتش وهمست و ظن ** زانک در ظلمات شد او را وطن
- Aklı cüz’inin afeti vehimdir, zandır. Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır.
-
بر زمین گر نیم گز راهی بود ** آدمی بی وهم آمن میرود
- Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür.
-
بر سر دیوار عالی گر روی ** گر دو گز عرضش بود کژ میشوی 1560
- Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin.
-
بلک میافتی ز لرزهی دل به وهم ** ترس وهمی را نکو بنگر بفهم
- Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
-
رنجور شدن اوستاد به وهم
- Hocanın vehimle hastalanması
-
گشت استا سست از وهم و ز بیم ** بر جهید و میکشانید او گلیم
- Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü.
-
خشمگین با زن که مهر اوست سست ** من بدین حالم نپرسید و نجست
- “Zaten sevgisi az, ben bu halde, olduğum halde halimi sormadı bile.
-
خود مرا آگه نکرد از رنگ من ** قصد دارد تا رهد از ننگ من
- Rengimin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor, benden kurtulmaya yol arıyor.