English    Türkçe    فارسی   

3
1713-1737

  • که مگر سالوس بود او در طریق ** که خدا رسواش کرد اندر فریق
  • O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler.
  • من نخواهم کان رمه کافر شوند ** در ضلالت در گمان بد روند
  • Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.
  • این کرامت را بکردیم آشکار ** که دهیمت دست اندر وقت کار 1715
  • Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim.
  • تا که آن بیچارگان بد گمان ** رد نگردند از جناب آسمان
  • Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar.
  • من ترا بی این کرامتها ز پیش ** خود تسلی دادمی از ذات خویش
  • Ben sana bu kerametler olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim.
  • این کرامت بهر ایشان دادمت ** وین چراغ از بهر آن بنهادمت
  • Bu kerametleri ise ancak onlar için verdim, bu mumu ancak onlar için yaktım.
  • تو از آن بگذشته‌ای کز مرگ تن ** ترسی وز تفریق اجزای بدن
  • Sen, ölümden, bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.
  • وهم تفریق سر و پا از تو رفت ** دفع وهم اسپر رسیدت نیک زفت 1720
  • Sende, başının, ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi bırakmak, senin için ulu bir siper oldu.”
  • سبب جرات ساحران فرعون بر قطع دست و پا
  • Firavun sihirbazlarının elleriyle ayaklarının kesilmesine aldırış etmemelerindeki sebep
  • ساحران را نه که فرعون لعین ** کرد تهدید سیاست بر زمین
  • Firavun, sihirbazları yeryüzünde öldürmekle tehdit etmedi mi?
  • که ببرم دست و پاتان از خلاف ** پس در آویزم ندارمتان معاف
  • Sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazına kestirir sizi asarım, affetmem demedi mi?
  • او همی‌پنداشت کایشان در همان ** وهم و تخویفند و وسواس و گمان
  • O, sihirbazların vehme düşeceklerini, korkacaklarının, vesveseye uğrayacaklarını sanıyordu.
  • که بودشان لرزه و تخویف و ترس ** از توهمها و تهدیدات نفس
  • Titremeye başlayacaklarını, ürküp korkacakların, bu tehditlerden vehmedeceklerini umuyordu.
  • او نمی‌داست کایشان رسته‌اند ** بر دریچه‌ی نور دل بنشسته‌اند 1725
  • Bilmiyordu ki onlar, bu işlerden kurtulmuşlar, gönül nurunun göründüğü pencerenin önüne oturmuşlar…
  • این جهان خوابست اندر ظن مه‌ایست ** گر رود درخواب دستی باک نیست
  • Gölgelerinin, kendilerinden meydana geldiğini bilmişler, çevik bir hale gelmişlerdir.
  • گر بخواب اندر سرت ببرید گاز ** هم سرت بر جاست و هم عمرت دراز
  • Bu gül bahçesinde felek havanı, onları yüzlerce defa dövüp ezse bile,
  • گر ببینی خواب در خود را دو نیم ** تن‌درستی چون بخیزی نی سقیم
  • Bu terkibin aslını görmüş olduklarından artık vehmin ferilerinden pek korkmazlar.
  • حاصل اندر خواب نقصان بدن ** نیست باک و نه دوصد پاره شدن
  • Bu âlem, bir rüyadır, zanna kapılma sen. Rüyada bir el kesilse bile zararı yok.
  • این جهان را که بصورت قایمست ** گفت پیغامبر که حلم نایمست 1730
  • Rüyada başın kesilse de hakikatte yine başın yerindedir, ömrün de uzun olur.
  • از ره تقلید تو کردی قبول ** سالکان این دیده پیدا بی رسول
  • Rüyada kendini ikiye biçilmiş görsen bile kalktın mı vücudun da sağlamdır, bir hastalığında yoktur.
  • روز در خوابی مگو کین خواب نیست ** سایه فرعست اصل جز مهتاب نیست
  • Hâsılı rüyada vücudunu noksan görmekten ne çıkar? Yüzlerce parçaya ayrılsan bile ne korkacaksın ki?
  • خواب و بیداریت آن دان ای عضد ** که ببیند خفته کو در خواب شد
  • Suretle kaim olan bu cihan hakkında da Peygamber, uyuyanın gördüğü bir rüya dedi.
  • او گمان برده که این دم خفته‌ام ** بی‌خبر زان کوست درخواب دوم
  • Sen, bu sözü taklit yoluyla kabul ettin, fakat salikler bunu rivayet edilmeden de gözleriyle gördüler.
  • هاون گردون اگر صد بارشان ** خرد کوبد اندرین گلزارشان 1735
  • Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme. Gölge feridir, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir.
  • اصل این ترکیب را چون دیده‌اند ** از فروع وهم کم ترسیده‌اند
  • Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer.
  • سایه‌ی خود را ز خود دانسته‌اند ** چابک و چست و گش و بر جسته‌اند
  • Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir.