-
هست ایمانش برای خواست او ** نه برای جنت و اشجار و جو
- İmanı, onun dileği, onun rızası içindir, cennet için, ağaçlar, ırmaklar için değil!
-
ترک کفرش هم برای حق بود ** نه ز بیم آنک در آتش رود
- Küfrü terk edişi de cehenneme gideceğim diye korkudan değildir, Allah içindir.
-
این چنین آمد ز اصل آن خوی او ** نه ریاضت نه بجست و جوی او
- Bu ahlâk, ona ezelden verilmiştir; gözü ve sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş aydın olmuştur.
-
آنگهان خندد که او بیند رضا ** همچو حلوای شکر او را قضا
- Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir.
-
بندهای کش خوی و خلقت این بود ** نه جهان بر امر و فرمانش رود 1915
- Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?”
-
پس چرا لابه کند او یا دعا ** که بگردان ای خداوند این قضا
- Peki… Neden dua edip de Yarabbi, bu takdiri sen tebdil et diye yalvarsın?
-
مرگ او و مرگ فرزندان او ** بهر حق پیشش چو حلوا در گلو
- İşte şeyhe göre Allah rızası bakımından kendi ölümü de evlâtlarının ölümü de helva gibiydi.
-
نزع فرزندان بر آن باوفا ** چون قطایف پیش شیخ بینوا
- O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti.
-
پس چراگوید دعا الا مگر ** در دعا بیند رضای دادگر
- O halde Allah rızasını, duada görmedikçe neden dua etsin?
-
آن شفاعت و آن دعا نه از رحم خود ** میکند آن بندهی صاحب رشد 1920
- Doğru yolu bulan bu çeşit kulun şefaati de acımaktan değildir, duası da.
-
رحم خود را او همان دم سوختست ** که چراغ عشق حق افروختست
- O, Allah aşkının mumunu yakar yakmaz kendi acımasını da yakmış yandırmıştır.
-
دوزخ اوصاف او عشقست و او ** سوخت مر اوصاف خود را مو بمو
- Onun aşkı, vasıflarına cehennem kesilmiştir O, kendi vasıflarını kıldan kıla tamamıyla yakmıştır.
-
هر طروقی این فروقی کی شناخت ** جز دقوقی تا درین دولت بتاخت
- Fakat geceleyin yol alanlar, bunları nereden anlayacaklar? Bunları Dekukî gibi yalnız bu devlete koşan, devlete ulaşan kişi bilir!
-
قصهی دقوقی رحمة الله علیه و کراماتش
- Dekukî ve kerametleri
-
آن دقوقی داشت خوش دیباجهای ** عاشق و صاحب کرامت خواجهای
- Dekukî, iyi bir hale sahipti. Âşık ve keramet sahibi bir zat.
-
در زمین میشد چو مه بر آسمان ** شبروان راگشته زو روشن روان 1925
- Yeryüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu. Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı.
-
در مقامی مسکنی کم ساختی ** کم دو روز اندر دهی انداختی
- Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı.
-
گفت در یک خانه گر باشم دو روز ** عشق آن مسکن کند در من فروز
- “Bir evde iki günden fazla otursam kalbimde oranın sevgisi alevlenir.
-
غرة المسکن احاذره انا ** انقلی یا نفس سیری للغنا
- Eve barka mağrur olmaktan çekinir, hadi ey nefis zenginleşmek, bir şey elde etmek için sefere düş derim;
-
لا اعود خلق قلبی بالمکان ** کی یکون خالصا فی الامتحان
- İmtihanda muvaffak olması için kalbimi hiçbir yere alıştırmam derdi.
-
روز اندر سیر بد شب در نماز ** چشم اندر شاه باز او همچو باز 1930
- Gündüzleri yol yürür, sefer eder, geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı. Gözü açıktı o erin… Padişahı görürdü, bir doğan kuşuna benzerdi.
-
منقطع از خلق نه از بد خوی ** منفرد از مرد و زن نه از دوی
- Halktan çekilmişti, fakat huyunun kötülüğünden değil… Kadından da ayrılmıştı, erkekten de, fakat ikilik korkusuyla değil!
-
مشفقی خلق و نافع همچو آب ** خوش شفعیی و دعااش مستجاب
- Halka şefkat gösterirdi, su gibi faydalıydı, onlara güzel bir şefaatçiydi, duası da Allah tarafından kabul edilirdi.
-
نیک و بد را مهربان و مستقر ** بهتر از مادر شهیتر از پدر
- Daima iyiyi de esirgerdi, kötüyü de… Herkese karşı anadan daha iyi babadan daha düşkün ve muhabbetliydi.
-
گفت پیغامبر شما را ای مهان ** چون پدر هستم شفیق و مهربان
- Peygamber: “Ey ulular, ben size baba gibi şefkat ederim, sizi babanız gibi severim.
-
زان سبب که جمله اجزای منید ** جزو را از کل چرا بر میکنید 1935
- Çünkü siz benim cüz’lerimsiniz. Neden cüz’ü külden ayırırsınız?” demiştir.