English    Türkçe    فارسی   

3
198-222

  • جان جاهل زین دعا جز دور نیست ** زانک یا رب گفتنش دستور نیست
  • Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine izin yok ki!
  • بر دهان و بر دلش قفلست و بند ** تا ننالد با خدا وقت گزند
  • Zarara, ziyana uğrayınca Allah’a sızlanmasın diye ağzında da kilit var, gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
  • داد مر فرعون را صد ملک و مال ** تا بکرد او دعوی عز و جلال 200
  • Firavuna yüzlerce mal, mülk verdi, o da nihayet ululuk, büyüklük dâvasına girişti.
  • در همه عمرش ندید او درد سر ** تا ننالد سوی حق آن بدگهر
  • O kötü yaradılışlı, Hakk’a sızlanmasın diye ömründe baş ağrısı bile görmedi.
  • داد او را جمله ملک این جهان ** حق ندادش درد و رنج و اندهان
  • Allah, ona bütün dünya mülkünü verdi de dert, elem, keder vermedi.
  • درد آمد بهتر از ملک جهان ** تا بخوانی مر خدا را در نهان
  • Dert, Allah’ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından yeğdir.
  • خواندن بی درد از افسردگیست ** خواندن با درد از دل‌بردگیست
  • Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir.
  • آن کشیدن زیر لب آواز را ** یاد کردن مبدا و آغاز را 205
  • O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu?
  • آن شده آواز صافی و حزین ** ای خدا وی مستغاث و ای معین
  • İşte saf, halis ve hüzünlü dua odur. “Ey Allah’ım ey feryadıma erişen, ey yardımcım” demendir.
  • ناله‌ی سگ در رهش بی جذبه نیست ** زانک هر راغب اسیر ره‌زنیست
  • Allah yolunda köpeğin sesi bile Allah cezbesiyledir. Çünkü Allah’a her yönelen, bir yol kesicinin esiridir.
  • چون سگ کهفی که از مردار رست ** بر سر خوان شهنشاهان نشست
  • Eshabı Kehf’in köpeği gibi… Pis şeyden kurtulunca padişahlar sofrasının başına oturdu.
  • تا قیامت می‌خورد او پیش غار ** آب رحمت عارفانه بی تغار
  • Mağaranın önünde kıyamete kadar dağarcıksız, heybesiz ârifcesine rahmet lokmasını, rahmet suyunu yiyip içmekte.
  • ای بسا سگ‌پوست کو را نام نیست ** لیک اندر پرده بی آن جام نیست 210
  • Nice köpek postuna bürünmüş adsız sansız kişiler var ki perde ardında şarapsız kalmazlar.
  • جان بده از بهر این جام ای پسر ** بی جهاد و صبر کی باشد ظفر
  • Oğul, bu şarap, için can ver. Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç?
  • صبر کردن بهر این نبود حرج ** صبر کن کالصبر مفتاح الفرج
  • Bunun için sabır güç bir şey değildir. Sabret, sabır, güçlüklerin, sıkıntıların anahtarıdır.
  • زین کمین بی صبر و حزمی کس نرست ** حزم را خود صبر آمد پا و دست
  • Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı. Sabır da ihtiyatın eli ayağıdır.
  • حزم کن از خورد کین زهرین گیاست ** حزم کردن زور و نور انبیاست
  • İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme. İhtiyata riayet, peygamberlerin kuvvetinden, nurundandır.
  • کاه باشد کو به هر بادی جهد ** کوه کی مر باد را وزنی نهد 215
  • Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, hiç yele ehemmiyet verir mi?
  • هر طرف غولی همی‌خواند ترا ** کای برادر راه خواهی هین بیا
  • Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, “Kardeş, gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
  • ره نمایم همرهت باشم رفیق ** من قلاووزم درین راه دقیق
  • Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana kılavuzum” der.
  • نه قلاوزست و نه ره داند او ** یوسفا کم رو سوی آن گرگ‌خو
  • Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun yanına az var!
  • حزم این باشد که نفریبد ترا ** چرب و نوش و دامهای این سرا
  • İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
  • که نه چربش دارد و نه نوش او ** سحر خواند می‌دمد در گوش او 220
  • Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına üfler durur.
  • که بیا مهمان ما ای روشنی ** خانه آن تست و تو آن منی
  • “Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der.
  • حزم آن باشد که گویی تخمه‌ام ** یا سقیمم خسته‌ی این دخمه‌ام
  • İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,