English    Türkçe    فارسی   

3
2155-2179

  • در قیام این کفتها دارد رجوع ** وز خجالت شد دوتا او در رکوع 2155
  • Kıyamdayken kula gelen bu haberlerden kul utanır, iki büklüm olur, rükûa varır.
  • قوت استادن از خجلت نماند ** در رکوع از شرم تسبیحی بخواند
  • Utanmadan ayakta durmaya kudreti kalmaz, rükûda Allah’ı tespih eder.
  • باز فرمان می‌رسد بردار سر ** از رکوع و پاسخ حق بر شمر
  • Allah’tan “Başını kaldır, rükûdan kıyama dön de Allah’ın sorgularına birer birer cevap ver” fermanı gelir.
  • سر بر آرد از رکوع آن شرمسار ** باز اندر رو فتد آن خام‌کار
  • O utanan kul, rükûdan başını kaldırır. Fakat olgun bir iş yapamamış olduğundan bu sefer yüzüstü düşer.
  • باز فرمان آیدش بردار سر ** از سجود و وا ده از کرده خبر
  • Yine emir gelir: “ Başını kaldır, secdeden kalk da yaptıklarından haber ver!”
  • سر بر آرد او دگر ره شرمسار ** اندر افتد باز در رو همچو مار 2160
  • Tekrar utana utana başını kaldırır ama yine yılan gibi yüzüstü düşüverir!
  • باز گوید سر بر آر و باز گو ** که بخواهم جست از تو مو بمو
  • Allah, tekrar “ Başını kaldır da şöyle. Kıldan kıla yaptıklarını araştırmak istiyorum” der.
  • قوت پا ایستادن نبودش ** که خطاب هیبتی بر جان زدش
  • Artık ayakta durmaya kuvveti kalmadığından, Allah’ın heybetli hitabı, canına tesir etmiş olduğundan,
  • پس نشیند قعده زان بار گران ** حضرتش گوید سخن گو با بیان
  • O ağır yükün altında, yere oturur. Allah “Söyle bana…
  • نعمتت دادم بگو شکرت چه بود ** دادمت سرمایه هین بنمای سود
  • Sana nimet verdim, nasıl şükrettin? Sermaye verdim, hadi, göster kazandığını!” der.
  • رو بدست راست آرد در سلام ** سوی جان انبیا و آن کرام 2165
  • Kul, sağ yanına dönüp peygamberlere, o ululara selâm verir;
  • یعنی ای شاهان شفاعت کین لیم ** سخت در گل ماندش پای و گلیم
  • “Padişahlar, bu kötü kişiye şefaat edin… Ayağım da balçıkta kaldı, kilimim de” der.
  • بیان اشارت سلام سوی دست راست در قیامت از هیبت محاسبه حق از انبیا استعانت و شفاعت خواستن
  • Namazda sağ tarafa selâm vermek, kıyamette Allah’ın hesaba çekmesinden korkarak peygamberlerden yardım dilemeye, onlardan şefaat istemeye işarettir
  • انبیا گویند روز چاره رفت ** چاره آنجا بود و دست‌افزار زفت
  • Peygamberler, “Çareye başvuracak gün geçti. O orada yapılacak bir şeydi, elde alet oradaydı, orada kaldı!
  • مرغ بی‌هنگامی ای بدبخت رو ** ترک ما گو خون ما اندر مشو
  • A bahtsız kişi, git oradan, sen vakitsiz öten bir horozsun. Bırak bizi, kanımıza bulaşma!” derler.
  • رو بگرداند به سوی دست چپ ** در تبار و خویش گویندش که خپ
  • Bunun üzerine sol tarafa baş çevirir, hısımından akrabasından yardım ister. Onlar da “ Sus!”
  • هین جواب خویش گو با کردگار ** ما کییم ای خواجه دست از ما بدار 2170
  • Allah’a kendin cevap ver. Bizi kim oluyoruz ki? Bizden el çek!” derler.
  • نه ازین سو نه از آن سو چاره شد ** جان آن بیچاره‌دل صد پاره شد
  • Ne bu yandan bir çare olur, ne o yandan. O biçarenin canı da yüz parça olur!
  • از همه نومید شد مسکین کیا ** پس برآرد هر دو دست اندر دعا
  • Herkesten ümidini keser de ellerini açar, duaya başlar:
  • کز همه نومید گشتم ای خدا ** اول و آخر توی و منتها
  • Yarabbi, herkesten ümidim kesildi. Evvel de sensin, âhir de sen; senden başka önü, sonu olmayan yok, diye niyaza koyulur.
  • در نماز این خوش اشارتها ببین ** تا بدانی کین بخواهد شد یقین
  • Namazdaki bu hoş işaretleri gör de bunun eninde sonunda böyle olacağını bil!
  • بچه بیرون آر از بیضه نماز ** سر مزن چون مرغ بی تعظیم و ساز 2175
  • Namaz yumurtasından civcivi çıkara gör, yerden tane toplayan yolsuz yordamsız kuş gibi yere başvurup durma!
  • شنیدن دقوقی در میان نماز افغان آن کشتی کی غرق خواست شدن
  • Dekukî’nin namazdayken garkolmak üzere bulunan bir gemideki halkın feryadını duyması
  • آن دقوقی در امامت کرد ساز ** اندر آن ساحل در آمد در نماز
  • Dekukî, o kıyıda namaz kıldırmak üzere imam oldu, onlar da arkasında saf olup namaza durdular.
  • و آن جماعت در پی او در قیام ** اینت زیبا قوم و بگزیده امام
  • İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam!
  • ناگهان چشمش سوی دریا فتاد ** چون شنید از سوی دریا داد داد
  • Namazdayken denizden “ İmdat!” seslerini duydu. Ansızın gözüne bir gemi ilişti.
  • در میان موج دید او کشتیی ** در قضا و در بلا و زشتیی
  • Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış, perişan bir hale gelmişti.