-
سنگ خارا گشت و زان خو بر نگشت ** ریگ شد کز وی نروید هیچ کشت
- Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Âdeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkân yok!”
-
گفت حکمت چیست کنجا اسم حق ** سود کرد اینجا نبود آن را سبق 2590
- Adam, “Allah adının köre, sağıra ölüye tesir edip de ahmağa tesir ermemesinin hikmeti ne?
-
آن همان رنجست و این رنجی چرا ** او نشد این را و آن را شد دوا
- Onlar da illet, bu da illet... Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi.
-
گفت رنج احمقی قهر خداست ** رنج و کوری نیست قهر آن ابتلاست
- İsa dedi ki. “Ahmaklık, Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptilâdır.
-
ابتلا رنجیست کان رحم آورد ** احمقی رنجیست کان زخم آورد
- İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Allah da… Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da!
-
آنچ داغ اوست مهر او کرده است ** چارهای بر وی نیارد برد دست
- Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!”
-
ز احمقان بگریز چون عیسی گریخت ** صحبت احمق بسی خونها که ریخت 2595
- İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü!
-
اندک اندک آب را دزدد هوا ** دین چنین دزدد هم احمق از شما
- Hava, suyu yavaş yavaş çeker, alır ya… Ahmak da dininizi böyle çalar, böyle alır işte.
-
گرمیت را دزدد و سردی دهد ** همچو آن کو زیر کون سنگی نهد
- Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı iştiyakı çalar, size soğukluk verir!
-
آن گریز عیسی نه از بیم بود ** آمنست او آن پی تعلیم بود
- İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı.
-
زمهریر ار پر کند آفاق را ** چه غم آن خورشید با اشراق را
- Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
-
قصهی اهل سبا و حماقت ایشان و اثر ناکردن نصیحت انبیا در احمقان
- Sebâlılar’ın ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara tesir etmemesi
-
یادم آمد قصهی اهل سبا ** کز دم احمق صباشان شد وبا 2600
- Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti.
-
آن سبا ماند به شهر بس کلان ** در فسانه بشنوی از کودکان
- Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
-
کودکان افسانهها میآورند ** درج در افسانهشان بس سر و پند
- Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
-
هزلها گویند در افسانهها ** گنج میجو در همه ویرانهها
- Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul!
-
بود شهری بس عظیم و مه ولی ** قدر او قدر سکره بیش نی
- Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!
-
بس عظیم و بس فراخ و بس دراز ** سخت زفت زفت اندازهی پیاز 2605
- Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar!
-
مردم ده شهر مجموع اندرو ** لیک جمله سه تن ناشستهرو
- On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
-
اندرو خلق و خلایق بیشمار ** لیک آن جمله سه خام پختهخوار
- Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam!
-
جان ناکرده به جانان تاختن ** گر هزارانست باشد نیم تن
- Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
-
آن یکی بس دور بین و دیدهکور ** از سلیمان کور و دیده پای مور
- Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
-
و آن دگر بس تیزگوش و سخت کر ** گنج و در وی نیست یک جو سنگ زر 2610
- Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok!
-
وآن دگر عور و برهنه لاشهباز ** لیک دامنهای جامهی او دراز
- Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
-
گفت کور اینک سپاهی میرسند ** من همیبینم که چه قومند و چند
- Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
-
گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه میگویند پیدا و نهان
- Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.