-
صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بیشمار
- Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
-
حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
- İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
-
حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام میدان ای فضول
- Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
-
روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
- Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
-
آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو 270
- Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
-
آنک میگفتی که کو اینک ببین ** دشت میدیدی نمیدیدی کمین
- Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
-
بی کمین و دام و صیاد ای عیار ** دنبه کی باشد میان کشتزار
- A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
-
آنک گستاخ آمدند اندر زمین ** استخوان و کلههاشان را ببین
- Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
-
چون به گورستان روی ای مرتضا ** استخوانشان را بپرس از ما مضی
- Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!
-
تا بظاهر بینی آن مستان کور ** چون فرو رفتند در چاه غرور 275
- O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör!
-
چشم اگر داری تو کورانه میا ** ور نداری چشم دست آور عصا
- Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
-
آن عصای حزم و استدلال را ** چون نداری دید میکن پیشوا
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
-
ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مهایست
- Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
-
گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد
- Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
-
لرز لرزان و بترس و احتیاط ** مینهد پا تا نیفتد در خباط 280
- Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
-
ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمهی ماری شده
- Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
-
قصهی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
- Seba’lılar ve nimetten azmaları
-
تو نخواندی قصهی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
- Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
-
از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
- O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
-
او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
- Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
-
داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ 285
- Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
-
شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
- O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
-
مر سگی را لقمهی نانی ز در ** چون رسد بر در همیبندد کمر
- Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
-
پاسبان و حارس در میشود ** گرچه بر وی جور و سختی میرود
- Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
-
هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
- Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
-
ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش میکنند آن دم ادب 290
- Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.