-
چون شما در دام این آب و گلید ** کی شما صیاد سیمرغ دلید
- Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz?
-
حب جاه و سروری دارد بر آن ** که شمارد خویش از پیغامبران
- Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
-
ما نخواهیم این چنین لاف و دروغ ** کردن اندر گوش و افتادن بدوغ
- Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.
-
انبیا گفتند کین زان علتست ** مایهی کوری حجاب ریتست 2715
- Peygamberler dediler ki: “Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
-
دعوی ما را شنیدیت و شما ** مینبینید این گهر در دست ما
- Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
-
امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
- Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
-
هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمیبیند گهر حبس عماست
- Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
-
آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
- Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
-
تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
- Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
-
روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
- Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
-
ور نمیبینی گمانی بردهای ** که صباحست و تو اندر پردهای
- Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,
-
کوری خود را مکن زین گفت فاش ** خامش و در انتظار فضل باش
- Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der.
-
در میان روز گفتن روز کو ** خویش رسوا کردنست ای روزجو
- Gündüzün “Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!
-
صبر و خاموشی جذوب رحمتست ** وین نشان جستن نشان علتست 2725
- Sabır ve sükût, Allah rahmetine sebep olur. Bu araştırmaysa hastalık nişanesidir.
-
انصتوا بپذیر تا بر جان تو ** آید از جانان جزای انصتوا
- “Susun, dinleyin” emrini canla, başla kabul et de sevgilinin mükâfatına eriş, rahmetine nail ol.
-
گر نخواهی نکس پیش این طبیب ** بر زمین زن زر و سر را ای لبیب
- Ey terbiyeli, edepli kişi, illetinin yeniden tazelenmesini istemiyorsan bu doktorun önünde paranı da çıkar, yere koy; başını da secdeye indir.
-
گفت افزون را تو بفروش و بخر ** بذل جان و بذل جاه و بذل زر
- Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al.
-
تا ثنای تو بگوید فضل هو ** که حسد آرد فلک بر جاه تو
- Bu suretle de Allah seni övsün, rütbene gök bile haset etsin.
-
چون طبیبان را نگه دارید دل ** خود ببینید و شوید ازخود خجل 2730
- Doktorların rızasını elde ederseniz kendinizi görür, halinizi bilir, ayıplarınızı anlar, kendi kendinizden utanırsınız.
-
دفع این کوری بدست خلق نیست ** لیک اکرام طبیبان از هدیست
- Bu körlüğü defetmek halkın elinde değildir; bu, doktorlara Allah tarafından lütfedilmiş bir hidayettir.
-
این طبیبان را به جان بنده شوید ** تا به مشک و عنبر آکنده شوید
- Bu doktorlara candan kul olun da miskle, amberle dolun!”
-
متهم داشتن قوم انبیا را
- Halkın peygamberleri itham etmesi
-
قوم گفتند این همه زرقست و مکر ** کی خدا نایب کند از زید و بکر
- Onlarsa, bunların hepsi riyadan, hileden ibaret dediler; nasıl olur da Allah falanı, filanı kendisine vekil eder?
-
هر رسول شاه باید جنس او ** آب و گل کو خالق افلاک کو
- Padişah elçisinin padişah cinsinden olması lâzım. Suyla toprak nerede, gökleri yaratan nerede,
-
مغز خر خوردیم تا ما چون شما ** پشه را داریم همراز هما 2735
- Kafamızda eşek beyni mi var ki sizin gibi bir sineği hüma kuşuyla bir tutalım?
-
کو هما کو پشه کو گل کو خدا ** ز آفتاب چرخ چه بود ذره را
- Hüma nerede, sinek nerede? Toprak nerede, Allah nerede? Gökteki güneşle zerrenin ne münasebeti var?