-
قوتت از قوت حق میزهد ** نه از عروقی کز حرارت میجهد
- Senin kuvvetin Allah kuvvetinden sızıp gelmekte… Hararetle atan damarlardan değil.
-
این چراغ شمس کو روشن بود ** نه از فتیل و پنبه و روغن بود
- Şu aydın güneş çırağı, fitille, pamukla, yağla, aydınlanmıyor ya.
-
سقف گردون کو چنین دایم بود ** نه از طناب و استنی قایم بود 5
- Böylece durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği!
-
قوت جبریل از مطبخ نبود ** بود از دیدار خلاق وجود
- Cebrail’in kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemalinden.
-
همچنان این قوت ابدال حق ** هم ز حق دان نه از طعام و از طبق
- Hak Abdalının kuvveti de bil ki Hak’tandır; yemekten tabaktan değil.
-
جسمشان را هم ز نور اسرشتهاند ** تا ز روح و از ملک بگذشتهاند
- Onların cisimlerini nurla da yuğurdular… Onlar bu yüzden ruhu da geçtiler, meleği de.
-
چونک موصوفی باوصاف جلیل ** ز آتش امراض بگذر چون خلیل
- Sen de ulu Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlandın... Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi.
-
گردد آتش بر تو هم برد و سلام ** ای عناصر مر مزاجت را غلام 10
- Ey unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet râm oldu.
-
هر مزاجی را عناصر مایهاست ** وین مزاجت برتر از هر پایه است
- Her mizacın mayası anasırdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden üstün.
-
این مزاجت از جهان منبسط ** وصف وحدت را کنون شد ملتقط
- Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş âlemden birlik vasfını bir araya derleyip toplayıvermiştir.
-
ای دریغا عرصهی افهام خلق ** سخت تنگ آمد ندارد خلق حلق
- Ne yazık, halkın anlayış sahası pek dar... Halkın havsalası yok!
-
ای ضیاء الحق بحذق رای تو ** حلق بخشد سنگ را حلوای تو
- Fakat ey Hak ziyası, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa bile boğaz verir.
-
کوه طور اندر تجلی حلق یافت ** تا که می نوشید و می را بر نتافت 15
- Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de
-
صار دکا منه وانشق الجبل ** هل رایتم من جبل رقص الجمل
- Yarıldı, zerre zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
-
لقمهبخشی آید از هر کس به کس ** حلقبخشی کار یزدانست و بس
- Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah işidir.
-
حلق بخشد جسم را و روح را ** حلق بخشد بهر هر عضوت جدا
- Allah, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar.
-
این گهی بخشد که اجلالی شوی ** وز دغا و از دغل خالی شوی
- Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da
-
تا نگویی سر سلطان را به کس ** تا نریزی قند را پیش مگس 20
- Sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.
-
گوش آنکس نوشد اسرار جلال ** کو چو سوسن صدزبان افتاد و لال
- Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir.
-
حلق بخشد خاک را لطف خدا ** تا خورد آب و بروید صد گیا
- Allah’ın lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder.
-
باز خاکی را ببخشد حلق و لب ** تا گیاهش را خورد اندر طلب
- Sonra topraktan yaratılan mahlûklara boğaz verir, dudak verir... Onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar.
-
چون گیاهش خورد حیوان گشت زفت ** گشت حیوان لقمهی انسان و رفت
- Hayvan, ot yedi de semirdi mi... insana gıda olur, ortadan kalkar.
-
باز خاک آمد شد اکال بشر ** چون جدا شد از بشر روح و بصر 25
- Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür.
-
ذرهها دیدم دهانشان جمله باز ** گر بگویم خوردشان گردد دراز
- Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider.
-
برگها را برگ از انعام او ** دایگان را دایه لطف عام او
- Yaprakların gıdası onun kereminden… Dallara dadı, onun umumi ve şâmil lütfu.