English    Türkçe    فارسی   

3
3-27

  • قوتت از قوت حق می‌زهد ** نه از عروقی کز حرارت می‌جهد
  • Senin kuvvetin Allah kuvvetinden sızıp gelmekte… Hararetle atan damarlardan değil.
  • این چراغ شمس کو روشن بود ** نه از فتیل و پنبه و روغن بود
  • Şu aydın güneş çırağı, fitille, pamukla, yağla, aydınlanmıyor ya.
  • سقف گردون کو چنین دایم بود ** نه از طناب و استنی قایم بود 5
  • Böylece durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği!
  • قوت جبریل از مطبخ نبود ** بود از دیدار خلاق وجود
  • Cebrail’in kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemalinden.
  • همچنان این قوت ابدال حق ** هم ز حق دان نه از طعام و از طبق
  • Hak Abdalının kuvveti de bil ki Hak’tandır; yemekten tabaktan değil.
  • جسمشان را هم ز نور اسرشته‌اند ** تا ز روح و از ملک بگذشته‌اند
  • Onların cisimlerini nurla da yuğurdular… Onlar bu yüzden ruhu da geçtiler, meleği de.
  • چونک موصوفی باوصاف جلیل ** ز آتش امراض بگذر چون خلیل
  • Sen de ulu Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlandın... Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi.
  • گردد آتش بر تو هم برد و سلام ** ای عناصر مر مزاجت را غلام 10
  • Ey unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet râm oldu.
  • هر مزاجی را عناصر مایه‌است ** وین مزاجت برتر از هر پایه است
  • Her mizacın mayası anasırdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden üstün.
  • این مزاجت از جهان منبسط ** وصف وحدت را کنون شد ملتقط
  • Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş âlemden birlik vasfını bir araya derleyip toplayıvermiştir.
  • ای دریغا عرصه‌ی افهام خلق ** سخت تنگ آمد ندارد خلق حلق
  • Ne yazık, halkın anlayış sahası pek dar... Halkın havsalası yok!
  • ای ضیاء الحق بحذق رای تو ** حلق بخشد سنگ را حلوای تو
  • Fakat ey Hak ziyası, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa bile boğaz verir.
  • کوه طور اندر تجلی حلق یافت ** تا که می نوشید و می را بر نتافت 15
  • Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de
  • صار دکا منه وانشق الجبل ** هل رایتم من جبل رقص الجمل
  • Yarıldı, zerre zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
  • لقمه‌بخشی آید از هر کس به کس ** حلق‌بخشی کار یزدانست و بس
  • Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah işidir.
  • حلق بخشد جسم را و روح را ** حلق بخشد بهر هر عضوت جدا
  • Allah, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar.
  • این گهی بخشد که اجلالی شوی ** وز دغا و از دغل خالی شوی
  • Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da
  • تا نگویی سر سلطان را به کس ** تا نریزی قند را پیش مگس 20
  • Sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın.
  • گوش آنکس نوشد اسرار جلال ** کو چو سوسن صدزبان افتاد و لال
  • Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir.
  • حلق بخشد خاک را لطف خدا ** تا خورد آب و بروید صد گیا
  • Allah’ın lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder.
  • باز خاکی را ببخشد حلق و لب ** تا گیاهش را خورد اندر طلب
  • Sonra topraktan yaratılan mahlûklara boğaz verir, dudak verir... Onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar.
  • چون گیاهش خورد حیوان گشت زفت ** گشت حیوان لقمه‌ی انسان و رفت
  • Hayvan, ot yedi de semirdi mi... insana gıda olur, ortadan kalkar.
  • باز خاک آمد شد اکال بشر ** چون جدا شد از بشر روح و بصر 25
  • Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür.
  • ذره‌ها دیدم دهانشان جمله باز ** گر بگویم خوردشان گردد دراز
  • Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider.
  • برگها را برگ از انعام او ** دایگان را دایه لطف عام او
  • Yaprakların gıdası onun kereminden… Dallara dadı, onun umumi ve şâmil lütfu.