- 
		    در میان آن بیابان مانده ** کاروانی مرگ خود بر خوانده
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bütün kervan, o çöl ortasında bunalmış, ölüm haline gelmişti.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    ناگهانی آن مغیث هر دو کون ** مصطفی پیدا شد از ره بهر عون
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ansızın o iki dünyanın imdadına yetişen Mustafa, onların imdadına erişmek üzere yoldan çıkageldi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    دید آنجا کاروانی بس بزرگ ** بر تف ریگ و ره صعب و سترگ
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Çölde, o sarp ve sonsuz yolda, o kızgın kumların üstünde bunalıp kalmış olan o kalabalık kervanı gördü.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    اشترانشان را زبان آویخته ** خلق اندر ریگ هر سو ریخته
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Develerinin dilleri, ağızlarından çıkmış; adamlar, taraf taraf kumlara serilmiş kalmıştı!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   رحمش آمد گفت هین زوتر روید ** چند یاری سوی آن کثبان دوید   3135
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Bu hali görünce acıdı, “Kalkın, bir kaçınız derhal o kum yığınına doğru koşun!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گر سیاهی بر شتر مشک آورد ** سوی میر خود به زودی میبرد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Orada zenci bir köle kırbayla beyine su götürüyor.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آن شتربان سیه را با شتر ** سوی من آرید با فرمان مر
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O zenci deveciyi devesiyle beraber ister istemez tutup bana getirin “ dedi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    سوی کثبان آمدند آن طالبان ** بعد یکساعت بدیدند آنچنان
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Birkaç kişi, kalkıp kum tepesine doğru koştular. Bir müddet sonra hakikaten dediği gibi,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    بندهای میشد سیه با اشتری ** راویه پر آب چون هدیهبری
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Zenci bir kul gördüler, kırbasını doldurmuş, devesine binmiş, beyine su götürüyordu.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   پس بدو گفتند میخواند ترا ** این طرف فخر البشر خیر الوری   3140
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Zenciye “Şu tarafta insanların iftihar edecekleri zat, Kâinatın hayırlısı olan Peygamber seni çağırıyor“ dediler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گفت من نشناسم او را کیست او ** گفت او آن ماهروی قندخو
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Adam, “Ben onu tanımıyorum, o da kim?” dedi. “Ay yüzlü, şeker huylu Muhammed “ dediler,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    نوعها تعریف کردندش که هست ** گفت مانا او مگر آن شاعرست
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Nasılsa öylece anlattılar, öylece övdüler. Zenci, “O galiba bir şair olacak.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    که گروهی را زبون کرد او بسحر ** من نیایم جانب او نیم شبر
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bir kısmı halkı sihirle zebun etmiş… Ona yarım arşın bile yaklaşmam ben “ dedi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    کشکشانش آوریدند آن طرف ** او فغان برداشت در تشنیع و تف
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   چون کشیدندش به پیش آن عزیز ** گفت نوشید آب و بردارید نیز   3145
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, “Su için, mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun” dedi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    جمله را زان مشک او سیراب کرد ** اشتران و هر کسی زان آب خورد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar, hem develer o kırbadan kana kana su içtiler,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    راویه پر کرد و مشک از مشک او ** ابر گردون خیره ماند از رشک او
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur. Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این کسی دیدست کز یک راویه ** سرد گردد سوز چندان هاویه
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti sönsün?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این کسی دیدست کز یک مشک آب ** گشت چندین مشک پر بی اضطراب
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kim görmüştür bunu? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına kadar dolsun!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   مشک خود روپوش بود و موج فضل ** میرسید از امر او از بحر اصل   3150
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikati örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آب از جوشش همیگردد هوا ** و آن هوا گردد ز سردی آبها
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar… havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi ?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    بلک بی علت و بیرون زین حکم ** آب رویانید تکوین از عدم
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmada.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    تو ز طفلی چون سببها دیدهای ** در سبب از جهل بر چفسیدهای
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    با سببها از مسبب غافلی ** سوی این روپوشها زان مایلی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   چون سببها رفت بر سر میزنی ** ربنا و ربناها میکنی   3155
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye koyulursun.