-
گفتمش این علم نه درخورد تست ** دفع پندارید گفتم را و سست 3385
- Bu bilgi, senin harcın değil dedim ama sözümü anlamadı. Başımdan savıyorum sandı.
-
دست را بر اژدها آنکس زند ** که عصا را دستش اژدرها کند
- Sopasını ejderha yapabilen kişi ejderhaya el atabilir.
-
سر غیب آن را سزد آموختن ** که ز گفتن لب تواند دوختن
- Dudağını yumup söylemeyen, sırrı gizleyebilen, gayb sırrını öğrenebilir.
-
درخور دریا نشد جز مرغ آب ** فهم کن والله اعلم بالصواب
- Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, artık anlayıver… Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
-
او به دریا رفت و مرغآبی نبود ** گشت غرقه دست گیرش ای ودود
- O da suda yaşayan kuş olmadığı halde denize atıldı, boğuluyor… Ey merhametli Allah, sen elini tut! “
-
اجابت کردن حق تعالی دعای موسی را علیه السلام
- Ulu Allah’ın Musa aleyhisselâm’ın duasını kabul etmesi
-
گفت بخشیدم بدو ایمان نعم ** ور تو خواهی این زمان زندهش کنم 3390
- Allah dedi ki: “Peki… İmanını bağışladım. Hatta dilersen şimdi dirilteyim de…
-
بلک جمله مردگان خاک را ** این زمان زنده کنم بهر ترا
- Değil yalnız onu, hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları dirilteyim.
-
گفت موسی این جهان مردنست ** آن جهان انگیز کانجا روشنست
- Musa, “Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır. Sen, onu aydınlık âlemde dirilt.
-
این فناجا چون جهان بود نیست ** بازگشت عاریت بس سود نیست
- Bu fena dünya, varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi… âriyet dirilmede ne fayda var?
-
رحمتی افشان بر ایشان هم کنون ** در نهانخانهی لدینا محضرون
- Sen, şimdi onlara, gözlerden gizli olan “Ledeyna muhdarun“ yurdunda rahmet saç!“ dedi.
-
تابدانی که زیان جسم و مال ** سود جان باشد رهاند از وبال 3395
- Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır canı vebalden kurtarır.
-
پس ریاضت را به جان شو مشتری ** چون سپردی تن به خدمت جان بری
- Sen de riyazata canla, başla müşteri ol. Tenini riyazata verdin mi canını kurtardın demektir.
-
ور ریاضت آیدت بی اختیار ** سر بنه شکرانه ده ای کامیار
- Ey bahtı yaver kişi, gönlüne ihtiyatsız riyazat isteği gelirse secdeye baş koy, şükranelikler ver.
-
چون حقت داد آن ریاضت شکر کن ** تو نکردی او کشیدت ز امر کن
- Mademki Allah, o riyazat isteğini verdi, şükürler et. O istek, sana kendiliğinden gelmedi, seni “Kün“ emriyle riyazata çekti.
-
حکایت آن زنی کی فرزندش نمیزیست بنالید جواب آمد کی آن عوض ریاضت تست و به جای جهاد مجاهدانست ترا
- Çocuğu yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, “Bu, senin riyazatına karşılıktır, senin için, mücahitlerin cihadına mukabildir” diye cevap gelmesi
-
آن زنی هر سال زاییدی پسر ** بیش از شش مه نبودی عمرور
- Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
-
یاسه مه یا چار مه گشتی تباه ** ناله کرد آن زن که افغان ای اله 3400
- Üç aylıkken yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki: Yarabbi,
-
نه مهم بارست و سه ماهم فرح ** نعمتم زوتر رو از قوس قزح
- Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleği sağmadan da tez geçip gidiveriyor!“
-
پیش مردان خدا کردی نفیر ** زین شکایت آن زن از درد نذیر
- Allah erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
-
بیست فرزند اینچنین در گور رفت ** آتشی در جانشان افتاد تفت
- Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü.
-
تا شبی بنمود او را جنتی ** باقیی سبزی خوشی بی ضنتی
- Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güze, kusursuz, ebediyet yurdunu, cenneti gösterdiler.
-
باغ گفتم نعمت بیکیف را ** کاصل نعمتهاست و مجمع باغها 3405
- Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim. Bağ bahçe dedim. Çünkü orası, nimetlerin de aslıdır, bağların, bahçelerin de toplandığı yer.
-
ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
- Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
-
مثل نبود آن مثال آن بود ** تا برد بوی آنک او حیران بود
- Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
-
حاصل آن زن دید آن را مست شد ** زان تجلی آن ضعیف از دست شد
- Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
-
دید در قصری نبشته نام خویش ** آن خود دانستش آن محبوبکیش
- Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını kendinin sandı.