-
گر نباشد درد زه بر مادرم ** من درین زندان میان آذرم
- Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım.
-
مادر طبعم ز درد مرگ خویش ** میکند ره تا رهد بره ز میش
- Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor.
-
تا چرد آن بره در صحرای سبز ** هین رحم بگشا که گشت این بره گبز
- Ey tabiat, rahmini aç… Kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!
-
درد زه گر رنج آبستان بود ** بر جنین اشکستن زندان بود 3560
- Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir.
-
حامله گریان ز زه کاین المناص ** و آن جنین خندان که پیش آمد خلاص
- Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… Çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler!
-
هرچه زیر چرخ هستند امهات ** از جماد و از بهیمه وز نبات
- Göğün altındaki analar (ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahlûklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa,
-
هر یکی از درد غیری غافل اند ** جز کسانی که نبیه و کاملاند
- Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir.
-
آنچ کوسه داند از خانهی کسان ** بلمه از خانه خودش کی داند آن
- Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.
-
آنچ صاحبدل بداند حال تو ** تو ز حال خود ندانی ای عمو 3565
- Amca, sen, kendi halini bilmezsin… Fakat gönül sahibi yok mu? Senin halini o bilir işte!
-
بیان آنک هرچه غفلت و غم و کاهلی و تاریکیست همه از تنست کی ارضی است و سفلی
- Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir
-
غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
- Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
-
چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
- Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
-
هر کجا سایهست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
- Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
-
دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
- Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
-
وهم افتد در خطا و در غلط ** عقل باشد در اصابتها فقط 3570
- Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz.
-
هر گرانی و کسل خود از تنست ** جان ز خفت جمله در پریدنست
- Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.
-
روی سرخ از غلبه خونها بود ** روی زرد از جنبش صفرا بود
- Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır.
-
رو سپید از قوت بلغم بود ** باشد از سودا که رو ادهم بود
- Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır.
-
در حقیقت خالق آثار اوست ** لیک جز علت نبیند اهل پوست
- Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zahiri gören, ancak sebepleri görebilir!
-
مغز کو از پوستها آواره نیست ** از طبیب و علت او را چاره نیست 3575
- Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür!
-
چون دوم بار آدمیزاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
- Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.
-
علت اولی نباشد دین او ** علت جزوی ندارد کین او
- Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez.
-
میپرد چون آفتاب اندر افق ** با عروس صدق و صورت چون تتق
- O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır.
-
بلک بیرون از افق وز چرخها ** بی مکان باشد چو ارواح و نهی
- Hatta ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânız bir âlemdedir.
-
بل عقول ماست سایههای او ** میفتد چون سایهها در پای او 3580
- Hatta akıllarımız bile onun gölgesidir: akıllarımız bile gölgeler gibi onun ayağına düşer.
-
مجتهد هر گه که باشد نصشناس ** اندر آن صورت نیندیشد قیاس
- Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki.