-
چون دوم بار آدمیزاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
- Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.
-
علت اولی نباشد دین او ** علت جزوی ندارد کین او
- Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez.
-
میپرد چون آفتاب اندر افق ** با عروس صدق و صورت چون تتق
- O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır.
-
بلک بیرون از افق وز چرخها ** بی مکان باشد چو ارواح و نهی
- Hatta ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânız bir âlemdedir.
-
بل عقول ماست سایههای او ** میفتد چون سایهها در پای او 3580
- Hatta akıllarımız bile onun gölgesidir: akıllarımız bile gölgeler gibi onun ayağına düşer.
-
مجتهد هر گه که باشد نصشناس ** اندر آن صورت نیندیشد قیاس
- Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki.
-
چون نیابد نص اندر صورتی ** از قیاس آنجا نماید عبرتی
- Fakat bir şeyde nas yoksa orada kıyasa girişir, kıyastan ibret alır, kıyasla hüküm verir.
-
تشبیه نص با قیاس
- Nasla kıyası benzetiş
-
نص وحی روح قدسی دان یقین ** وان قیاس عقل جزوی تحت این
- Nassı Ruhulkudüs’ün vahyi bil, Aklı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır.
-
عقل از جان گشت با ادراک و فر ** روح او را کی شود زیر نظر
- Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?
-
لیک جان در عقل تاثیری کند ** زان اثر آن عقل تدبیری کند 3585
- Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir.
-
نوحوار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
- Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
-
عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
- Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
-
زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
- O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
-
زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
- Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
-
وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقهی آن نور باشد دایما 3590
- Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur.
-
نه سحابش ره زند خود نه غروب ** وا رهید او از فراق سینه کوب
- Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir.
-
اینچنین کس اصلش از افلاک بود ** یا مبدل گشت گر از خاک بود
- Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır.
-
زانک خاکی را نباشد تاب آن ** که زند بر وی شعاعش جاودان
- Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki…
-
گر زند بر خاک دایم تاب خور ** آنچنان سوزد که ناید زو ثمر
- Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toprağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.
-
دایم اندر آب کار ماهی است ** مار را با او کجا همراهی است 3595
- Daima suda kalmak balığın harcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek?
-
لیک در که مارهای پر فناند ** اندرین یم ماهییها میکنند
- Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar.
-
مکرشان گر خلق را شیدا کند ** هم ز دریا تاسهشان رسوا کند
- Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider.
-
واندرین یم ماهیان پر فناند ** مار را از سحر ماهی میکنند
- Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar.
-
ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
- Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
-
بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد 3600
- Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer.