-
بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
- Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
-
باقی قصهی اهل سبا
- Seba’lılar hikâyesi
-
آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
- Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
-
باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال 365
- Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
-
که نمیباید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم میشوی
- Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
-
لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
- Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
-
پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
- Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
-
ما نمیخواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
- Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
-
شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
- Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
-
یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
- İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
-
فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
- Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
-
قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
- Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
-
نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
-
خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی 375
- Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
-
آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
- Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
-
چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
- Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
-
ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع میشدند
- Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
-
قصد خون ناصحان میداشتند ** تخم فسق و کافری میکاشتند
- Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
-
چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان 380
- Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
-
گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
- eksik
-
چشم بسته میشود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
- Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
-
مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
- O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
-
سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
- Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
-
گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد 385
- Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi?
-
او نمیدانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
- Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
-
گوسفندان بوی گرگ با گزند ** میبدانند و بهر سو میخزند
- Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.