English    Türkçe    فارسی   

3
3660-3684

  • آن تو افکندی چو بر دست تو بود ** تو نه افکندی که قوت حق نمود 3660
  • Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi. Fakat sen atmadın, çünkü o atış kuvvetini Allah izhar etti.
  • زور آدم‌زاد را حدی بود ** مشت خاک اشکست لشکر کی شود
  • İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi, bir hududu vardır. Bir avuç toz, toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir?
  • مشت مشت تست و افکندن ز ماست ** زین دو نسبت نفی و اثباتش رواست
  • Avuç, senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin nefyi de yerindedir, ispatı da.
  • یعرفون الانبیا اضدادهم ** مثل ما لا یشتبه اولادهم
  • Peygamberlerin zıtları olan kâfirler de Peygamberleri, evlâtlarını, tanıdıkları, bildikleri gibi tanırlar bilirler.
  • همچو فرزندان خود دانندشان ** منکران با صد دلیل و صد نشان
  • Münkirler onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlâtlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama
  • لیک از رشک و حسد پنهان کنند ** خویشتن را بر ندانم می‌زنند 3665
  • Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.
  • پس چو یعرف گفت چون جای دگر ** گفت لایعرفهم غیری فذر
  • Baksana, Allah bir yerde “Onları bilirler” dedi, bir yerde de “Onları benden başka kimse bilmez;
  • انهم تحت قبابی کامنون ** جز که یزدانشان نداند ز آزمون
  • Onlar, benim kubbelerimin altında gizlidir. Onları Allah’tan başka kimse bilmez, sınamakla bilinmezler ki” dedi.
  • هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
  • Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
  • مسله‌ی فنا و بقای درویش
  • Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
  • گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
  • Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
  • هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو 3670
  • Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.
  • چون زبانه‌ی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
  • O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
  • هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
  • Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
  • نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
  • Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
  • در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
  • İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
  • نیست باشد طعم خل چون می‌چشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی 3675
  • Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.
  • پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستی‌اش در هست او روپوش شد
  • Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
  • این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
  • Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
  • نبض عاشق بی ادب بر می‌جهد ** خویش را در کفه‌ی شه می‌نهد
  • Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
  • بی‌ادب‌تر نیست کس زو در جهان ** با ادب‌تر نیست کس زو در نهان
  • Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
  • هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بی‌ادب 3680
  • Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.
  • بی‌ادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش هم‌سری
  • Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
  • چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
  • Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
  • مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
  • Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
  • او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
  • Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.