English    Türkçe    فارسی   

3
3855-3879

  • آن بخاری غصه‌ی دانش نداشت ** چشم بر خورشید بینش می‌گماشت 3855
  • O Buhara’lı âşık da bilgi derdinde değildi… Gözünü görüş güneşine dikmişti o.
  • هرکه درخلوت ببینش یافت راه ** او ز دانشها نجوید دستگاه
  • Kim, halvette görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez.
  • با جمال جان چوشد هم‌کاسه‌ای ** باشدش ز اخبار و دانش تاسه‌ای
  • Can güzelliğiyle bir kâseden şarap içen, ağızdan duyulma haberlerle bilgilerden tasalanmaz.
  • دید بردانش بود غالب فرا ** زان همی دنیا بچربد عامه را
  • Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür, bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir.
  • زانک دنیا را همی‌بینند عین ** وآن جهانی را همی‌دانند دین
  • Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır… ahireti ise verilmesi va’dedilen borç bilirler.
  • رو نهادن آن بنده‌ی عاشق سوی بخارا
  • O âşık kulun Buhara’ya yüz tutması
  • رو نهاد آن عاشق خونابه‌ریز ** دل‌طپان سوی بخارا گرم و تیز 3860
  • Kanlı gözyaşları döken o âşık yüreği çarpa çarpa hararetle, iştiyakla koşarak Buhara’ya yüz tuttu.
  • ریگ آمون پیش او همچون حریر ** آب جیحون پیش او چون آبگیر
  • İştiyakından çölün kumları, ona ipek geliyor, Ceyhun’un suyu küçücük bir şey görünüyordu!
  • آن بیابان پیش او چون گلستان ** می‌فتاد از خنده او چون گل‌ستان
  • Çöl önünde gül bahçesi kesilmekte, gül gibi gülerek düşe kalka, yuvarlanarak koşup gitmekteydi!
  • در سمرقندست قند اما لبش ** از بخارا یافت و آن شد مذهبش
  • Şeker, Semerkant’tadır ama o, şekeri Buhara’da bulmuş Buhara yolunu tutmuştu.
  • ای بخارا عقل‌افزا بوده‌ای ** لیکن ازمن عقل و دین بربوده‌ای
  • “Ey Buhara, sen akıllara akıl katardın ama benim aklımı da aldın dinimi de!
  • بدر می‌جویم از آنم چون هلال ** صدر می‌جویم درین صف نعال 3865
  • Ben bir tolunay aramaktaydım, o yüzden hilâle döndüm. Kapı dibinde Sadr-ı (başköşeyi) istiyorum!” demekteydi.
  • چون سواد آن بخارا را بدید ** در سواد غم بیاضی شد پدید
  • Buhara’nın karaltısını görünce gam karanlığında bir beyazlıktır göründü.
  • ساعتی افتاد بیهوش و دراز ** عقل او پرید در بستان راز
  • Yere yığıldı, uzun bir müddet kendisinden geçti. Aklı, sır bahçesine uçup gitti.
  • بر سر و رویش گلابی می‌زدند ** از گلاب عشق او غافل بدند
  • Onu ayıltacak, aşk gül suyuydu, bunu bilmediklerinden başına, yüzüne gül suları serptiler.
  • او گلستانی نهانی دیده بود ** غارت عشقش ز خود ببریده بود
  • O gizli gül bahçesi görmüştü… Aşk, onu yakalamış kendisinden geçirmiş gitmişti.
  • تو فسرده درخور این دم نه‌ای ** با شکر مقرون نه‌ای گرچه نیی 3870
  • Sen donmuş, taş kesilmiş birisin; bu söze, bu nefese lâyık değilsin… Evet, sen de kamışsın ama içinde şeker yok!
  • رخت عقلت با توست و عاقلی ** کز جنودا لم تروها غافلی
  • Aklın başında, akıllısın sen. “Görmediğiniz askerleri yolladı” ayetinden gafilsin!
  • در آمدن آن عاشق لاابالی در بخارا وتحذیر کردن دوستان او را از پیداشدن
  • O sallapati âşığın Buhara’ya gelmesi, dostlarının onu meydana çıkarmamaya çalışmaları
  • اندر آمد در بخارا شادمان ** پیش معشوق خود و دارالامان
  • Sevine, sevine o emniyet şehrine sevgilisinin bulunduğu yere, Buhara’ya geldi.
  • همچو آن مستی که پرد بر اثیر ** مه کنارش گیرد و گوید که گیر
  • Gökyüzünde uçan, ay tarafından kucaklandığını, kendisine sen de beni kucaklasana dendiğini sanan sarhoşa benziyordu.
  • هرکه دیدش در بخارا گفت خیز ** پیش از پیدا شدن منشین گریز
  • Onu Buhara’da her gören “Durma, görünmeden hemen bir tarafa sıvış!
  • که ترا می‌جوید آن شه خشمگین ** تا کشد از جان تو ده ساله کین 3875
  • Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor.
  • الله الله درمیا در خون خویش ** تکیه کم کن بر دم و افسون خویش
  • Allah aşkına olsun kendi kanına girme… Kendine pek o kadar güvenme!
  • شحنه‌ی صدر جهان بودی و راد ** معتمد بودی مهندس اوستاد
  • Sadr-ı Cihan’ın Şahnesiydin, itimadına mazhar olmuş üstat bir mühendistin.
  • غدو کردی وز جزا بگریختی ** رسته بودی باز چون آویختی
  • Ona hıyanette bulundun, cezadan da kaçtın… Neyse, bu suretle kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da tekrar geldin?
  • از بلا بگریختی با صد حیل ** ابلهی آوردت اینجا یا اجل
  • Yüzlerce hileyle belâdan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, ecelin mi?