-
آن بخاری غصهی دانش نداشت ** چشم بر خورشید بینش میگماشت 3855
- O Buhara’lı âşık da bilgi derdinde değildi… Gözünü görüş güneşine dikmişti o.
-
هرکه درخلوت ببینش یافت راه ** او ز دانشها نجوید دستگاه
- Kim, halvette görüşe yol bulur, hakikati görürse artık bilgilerle yücelmeyi dilemez.
-
با جمال جان چوشد همکاسهای ** باشدش ز اخبار و دانش تاسهای
- Can güzelliğiyle bir kâseden şarap içen, ağızdan duyulma haberlerle bilgilerden tasalanmaz.
-
دید بردانش بود غالب فرا ** زان همی دنیا بچربد عامه را
- Görüş, ekseriyetle bilgiden üstündür, bilgiye galebe eder. Bu yüzden halk nazarında dünya galiptir, sevimlidir.
-
زانک دنیا را همیبینند عین ** وآن جهانی را همیدانند دین
- Çünkü dünyayı gözler görür; bu, eldeki matahtır… ahireti ise verilmesi va’dedilen borç bilirler.
-
رو نهادن آن بندهی عاشق سوی بخارا
- O âşık kulun Buhara’ya yüz tutması
-
رو نهاد آن عاشق خونابهریز ** دلطپان سوی بخارا گرم و تیز 3860
- Kanlı gözyaşları döken o âşık yüreği çarpa çarpa hararetle, iştiyakla koşarak Buhara’ya yüz tuttu.
-
ریگ آمون پیش او همچون حریر ** آب جیحون پیش او چون آبگیر
- İştiyakından çölün kumları, ona ipek geliyor, Ceyhun’un suyu küçücük bir şey görünüyordu!
-
آن بیابان پیش او چون گلستان ** میفتاد از خنده او چون گلستان
- Çöl önünde gül bahçesi kesilmekte, gül gibi gülerek düşe kalka, yuvarlanarak koşup gitmekteydi!
-
در سمرقندست قند اما لبش ** از بخارا یافت و آن شد مذهبش
- Şeker, Semerkant’tadır ama o, şekeri Buhara’da bulmuş Buhara yolunu tutmuştu.
-
ای بخارا عقلافزا بودهای ** لیکن ازمن عقل و دین بربودهای
- “Ey Buhara, sen akıllara akıl katardın ama benim aklımı da aldın dinimi de!
-
بدر میجویم از آنم چون هلال ** صدر میجویم درین صف نعال 3865
- Ben bir tolunay aramaktaydım, o yüzden hilâle döndüm. Kapı dibinde Sadr-ı (başköşeyi) istiyorum!” demekteydi.
-
چون سواد آن بخارا را بدید ** در سواد غم بیاضی شد پدید
- Buhara’nın karaltısını görünce gam karanlığında bir beyazlıktır göründü.
-
ساعتی افتاد بیهوش و دراز ** عقل او پرید در بستان راز
- Yere yığıldı, uzun bir müddet kendisinden geçti. Aklı, sır bahçesine uçup gitti.
-
بر سر و رویش گلابی میزدند ** از گلاب عشق او غافل بدند
- Onu ayıltacak, aşk gül suyuydu, bunu bilmediklerinden başına, yüzüne gül suları serptiler.
-
او گلستانی نهانی دیده بود ** غارت عشقش ز خود ببریده بود
- O gizli gül bahçesi görmüştü… Aşk, onu yakalamış kendisinden geçirmiş gitmişti.
-
تو فسرده درخور این دم نهای ** با شکر مقرون نهای گرچه نیی 3870
- Sen donmuş, taş kesilmiş birisin; bu söze, bu nefese lâyık değilsin… Evet, sen de kamışsın ama içinde şeker yok!
-
رخت عقلت با توست و عاقلی ** کز جنودا لم تروها غافلی
- Aklın başında, akıllısın sen. “Görmediğiniz askerleri yolladı” ayetinden gafilsin!
-
در آمدن آن عاشق لاابالی در بخارا وتحذیر کردن دوستان او را از پیداشدن
- O sallapati âşığın Buhara’ya gelmesi, dostlarının onu meydana çıkarmamaya çalışmaları
-
اندر آمد در بخارا شادمان ** پیش معشوق خود و دارالامان
- Sevine, sevine o emniyet şehrine sevgilisinin bulunduğu yere, Buhara’ya geldi.
-
همچو آن مستی که پرد بر اثیر ** مه کنارش گیرد و گوید که گیر
- Gökyüzünde uçan, ay tarafından kucaklandığını, kendisine sen de beni kucaklasana dendiğini sanan sarhoşa benziyordu.
-
هرکه دیدش در بخارا گفت خیز ** پیش از پیدا شدن منشین گریز
- Onu Buhara’da her gören “Durma, görünmeden hemen bir tarafa sıvış!
-
که ترا میجوید آن شه خشمگین ** تا کشد از جان تو ده ساله کین 3875
- Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor.
-
الله الله درمیا در خون خویش ** تکیه کم کن بر دم و افسون خویش
- Allah aşkına olsun kendi kanına girme… Kendine pek o kadar güvenme!
-
شحنهی صدر جهان بودی و راد ** معتمد بودی مهندس اوستاد
- Sadr-ı Cihan’ın Şahnesiydin, itimadına mazhar olmuş üstat bir mühendistin.
-
غدو کردی وز جزا بگریختی ** رسته بودی باز چون آویختی
- Ona hıyanette bulundun, cezadan da kaçtın… Neyse, bu suretle kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da tekrar geldin?
-
از بلا بگریختی با صد حیل ** ابلهی آوردت اینجا یا اجل
- Yüzlerce hileyle belâdan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, ecelin mi?