English    Türkçe    فارسی   

3
3898-3922

  • گاو موسی بود قربان گشته‌ای ** کمترین جزوش حیات کشته‌ای
  • Musa’nın öküzü de kurban olmuştu. En küçük cüz’ ü bile bir öldürülmüşe hayat verdi.
  • برجهید آن کشته ز آسیبش ز جا ** در خطاب اضربوه بعضها
  • Öküzün bazı yerleriyle ölüye vurun hitabı geldi; vurdular. O öldürülmüş adam dirildi, fırlayıp kalktı.
  • یا کرامی اذبحوا هذا البقر ** ان اردتم حشر ارواح النظر 3900
  • Eğer şu ruhların haşredilmesini istiyorsanız ey ulu kişilerim, bu sözü kesin!
  • از جمادی مردم و نامی شدم ** وز نما مردم به حیوان برزدم
  • Ben cemaattandım… Öldüm, yetişip gelişen bir varlık, nebat oldum. Nebatken öldüm, hayvan suretinde zuhur ettim.
  • مردم از حیوانی و آدم شدم ** پس چه ترسم کی ز مردن کم شدم
  • Hayvanlıktan da geçtim, hayvanken de öldüm de insan oldum. Artık ölüp de yok olmaktan ne korkayım?
  • حمله‌ی دیگر بمیرم از بشر ** تا بر آرم از ملایک پر و سر
  • Bir hamle daha edeyim, insanken öleyim de melekler âlemine geçip kol kanat açayım.
  • وز ملک هم بایدم جستن ز جو ** کل شیء هالک الا وجهه
  • Melek olduktan sonra da ırmağı atlamak, melek sıfatını da terk etmek gerek, “Her, şey fanidir, helâk olur… ancak onun hakikati bakidir.”
  • بار دیگر از ملک قربان شوم ** آنچ اندر وهم ناید آن شوم 3905
  • Bir kere daha melekken kurban olur da o vehme gelmeyen yok mu? İşte o olurum.
  • پس عدم گردم عدم چون ارغنون ** گویدم که انا الیه راجعون
  • Yok olurum, suretlerin hepsini terk ederim de erganun gibi “ Biz, mutlaka geri dönenleriz, ona ulaşanlarız” derim…
  • مرگ دان آنک اتفاق امتست ** کاب حیوانی نهان در ظلمتست
  • Ümmet, bunda ittifak etmiştir. Karanlıklarda gizli olan Âbıhayat yok mu? Ölümdür o.
  • همچو نیلوفر برو زین طرف جو ** همچو مستسقی حریص و مرگ‌جو
  • Nilüfer gibi ırmağın bu tarafında bit… Susama hastalığına uğrayan adam gibi haris ol, ölümü ara!
  • مرگ او آبست و او جویای آب ** می‌خورد والله اعلم بالصواب
  • Susama hastalığına uğrayanın ölümü sudur da yine su arar, su içer durur. Allah, doğrusunu daha iyi bilir.
  • ای فسرده عاشق ننگین نمد ** کو ز بیم جان ز جانان می‌رمد 3910
  • Ey ayıp ve ar hırkasını giyinen donmuş, üşümüş âşık sen can korkusuyla candan kaçıyorsun.
  • سوی تیغ عشقش ای ننگ زنان ** صد هزاران جان نگر دستک‌زنان
  • Ey karılara bile ayıp ve ar olan kişi, hele bak… onun aşk kılıcının önünde yüz binlerce can, elceğizlerini çırparak ölüme müştak!
  • جوی دیدی کوزه اندر جوی ریز ** آب را از جوی کی باشد گریز
  • Irmağı gördün ya… Testideki suyu ırmağa döküver. Su, hiç ırmaktan kaçar, çekinir mi?
  • آب کوزه چون در آب جو شود ** محو گردد در وی و جو او شود
  • Testideki su, ırmağa döküldü mü ırmakta mahvolur, ırmak kesilir.
  • وصف او فانی شد و ذاتش بقا ** زین سپس نه کم شود نه بدلقا
  • Vasfı yok olur da zatı kalır… Artık bundan böyle ne kaybolur, ne kötüleşir, pislenir!
  • خویش را بر نخل او آویختم ** عذر آن را که ازو بگریختم 3915
  • Ben de ondan kaçtığım için pişmanım, özrümü bildirmek üzere kendimi onun fidanına astım!”
  • رسیدن آن عاشق به معشوق خویش چون دست از جان خود بشست
  • Canından el yıkayan o âşığın mâşukuna ulaşması
  • همچو گویی سجده کن بر رو و سر ** جانب آن صدر شد با چشم تر
  • Top gibi başının, yüzünün üstüne kapanıp secdeler ederek gözleri yaşlı bir halde Sad-ı Cihan’ın huzuruna gitti.
  • جمله خلقان منتظر سر در هوا ** کش بسوزد یا برآویزد ورا
  • Herkes, acaba onu yakacak mı, asacak mı diye başını havaya dikmiş bekliyordu.
  • این زمان این احمق یک لخت را ** آن نماید که زمان بدبخت را
  • Sadr-ı Cihan, işte o vakit zaman, talihsiz kişilere ne gösterirse bu bir avuç ahmağa onu gösterdi.
  • همچو پروانه شرر را نور دید ** احمقانه در فتاد از جان برید
  • İşten anlamayan ahmak, pervane gibi alevi nur sandı, ahmakçasına aleve atıldı, canından oldu.
  • لیک شمع عشق چون آن شمع نیست ** روشن اندر روشن اندر روشنیست 3920
  • Fakat aşk mumu, o muma benzemez ki. Aşk, aydınlıklar içindeki aydınlıklar aydınlığıdır.
  • او به عکس شمعهای آتشیست ** می‌نماید آتش و جمله خوشیست
  • O ateşli mumların aksine bir şeydir. Ateş gibi görünür ama baştanbaşa nurdur, güzellikten, hoşluktan ibarettir.
  • صفت آن مسجد کی عاشق‌کش بود و آن عاشق مرگ‌جوی لا ابالی کی درو مهمان شد
  • Âşık öldüren mescidle ölümünü arayıp hiçbir şeye aldırış etmeyerek orada konuklayan âşık
  • یک حکایت گوش کن ای نیک‌پی ** مسجدی بد بر کنار شهر ری
  • Ey izi, tozu güzel, bir hikâye söyleyeyim, dinle: