English    Türkçe    فارسی   

3
3973-3997

  • جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
  • Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
  • پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
  • Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
  • ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست 3975
  • Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil…
  • این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
  • Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
  • مرغ جانش موش شد سوراخ‌جو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
  • Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
  • زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موش‌وار
  • O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
  • هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
  • Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
  • پیشه‌هایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید 3980
  • Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı.
  • زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
  • Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
  • عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
  • Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
  • گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
  • Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
  • گربه مرگست و مرض چنگال او ** می‌زند بر مرغ و پر و بال او
  • Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
  • گوشه گوشه می‌جهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
  • Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
  • چون پیاده‌ی قاضی آمد این گواه ** که همی‌خواند ترا تا حکم گاه
  • Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
  • مهلتی می‌خواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
  • Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
  • جستن مهلت دوا و چاره‌ها ** که زنی بر خرقه‌ی تن پاره‌ها
  • Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
  • عاقبت آید صباحی خشم‌وار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
  • Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
  • عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
  • Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
  • وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
  • Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
  • می‌گریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا می‌خواندش
  • Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
  • دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
  • Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
  • قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
  • Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
  • آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد ره‌گذر
  • Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
  • خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دست‌آویز جست 3995
  • Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
  • پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
  • Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
  • چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
  • Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!