-
جانهای انبیا بینند باغ ** زین قفص در وقت نقلان و فراغ
- Peygamberlerin canları bu âlemden göçer, bu âlemden kurtulurken o bağı, o bahçeyi görür de
-
پس ز جالینوس و عالم فارغند ** همچو ماه اندر فلکها بازغند
- Bu yüzden onlar, Calinus’a da aldırış etmezler, âleme de… Ay gibi göklerde doğar, göklere ışık saçarlar.
-
ور ز جالینوس این گفت افتراست ** پس جوابم بهر جالینوس نیست 3975
- Eğer bu söz, Calinus’a iftira ise cevabım Calinus’a değil…
-
این جواب آنکس آمد کین بگفت ** که نبودستش دل پر نور جفت
- Bunu söylemiş olan kişiye. Çünkü bunu söyleyen nurlarla dolu gönle eş olmamıştır.
-
مرغ جانش موش شد سوراخجو ** چون شنید از گربگان او عرجوا
- Can kuşu, kedilerden “ Hele durun bakalım” sesini duyunca delik arayan fareye dönmüştür.
-
زان سبب جانش وطن دید و قرار ** اندرین سوراخ دنیا موشوار
- O yüzden canı, fare gibi bu dünya deliğini vatan tutmuş, yurt edinmiştir.
-
هم درین سوراخ بنایی گرفت ** درخور سوراخ دانایی گرفت
- Bu delikte yapılar yapmaya girişmiş, bu deliğe lâyık bilgilere sahip olmuştur.
-
پیشههایی که مرورا در مزید ** کاندرین سوراخ کار آید گزید 3980
- Ona bu delikte yarayacak onu burada yüceltecek sanatları seçti de diğerlerini bıraktı.
-
زانک دل بر کند از بیرون شدن ** بسته شد راه رهیدن از بدن
- Çünkü dışarı çıkmadan ümidini kesti, bedenden kurtulma yolu kapandı.
-
عنکبوت ار طبع عنقا داشتی ** از لعابی خیمه کی افراشتی
- Örümcekte Anka tabiatı olsaydı tükürüğüyle çadır kurar mıydı hiç?
-
گربه کرده چنگ خود اندر قفص ** نام چنگش درد و سرسام و مغص
- Kedi pençesini kafese de atar. Pençesinin adı derttir, elemdir, ıstıraptır.
-
گربه مرگست و مرض چنگال او ** میزند بر مرغ و پر و بال او
- Kedi ölümdür, pençesi de hastalık, kuşu da, kuşun kanadını da pençeler.
-
گوشه گوشه میجهد سوی دوا ** مرگ چون قاضیست و رنجوری گوا 3985
- Kuş, bucak bucak ilâç bulmaya koşar. Ölüm kadıya benzer, hastalık şahide.
-
چون پیادهی قاضی آمد این گواه ** که همیخواند ترا تا حکم گاه
- Bu şahit, kadıdan gelen adam gibidir. “Gel kadı, seni mahkemeye istiyor” der.
-
مهلتی میخواهی از وی در گریز ** گر پذیرد شد و گرنه گفت خیز
- Ondan kaçıp kurtulmak için bir mühlet istersin. Verirse ne âlâ… Vermezse “Olmaz, hadi kalk” diye emreder.
-
جستن مهلت دوا و چارهها ** که زنی بر خرقهی تن پارهها
- Mühlet istemen, mühlet alman ilâçlardır, tedavidir. Âdeta ten hırkasını yamalarla yamarsın!
-
عاقبت آید صباحی خشموار ** چند باشد مهلت آخر شرم دار
- Fakat nihayet bir sabah kızgın bir hale gelir. “ Bu mühlet niceye bir sürecek? Utan artık!” der.
-
عذر خود از شه بخواه ای پرحسد ** پیش از آنک آنچنان روزی رسد 3990
- Ey hasetlerle dopdolu adam, o gün gelmeden önce davran da padişahtan özür iste!
-
وانک در ظلمت براند بارگی ** برکند زان نور دل یکبارگی
- Atını karanlıklara süren adam, gönlünü o nurdan tamamıyla ayırır.
-
میگریزد از گوا و مقصدش ** کان گوا سوی قضا میخواندش
- Şahdan da kaçar, şahitten de, götürmek istediği yerden de. Çünkü o şahit, onu kazaya, hükme davet etmektedir.
-
دیگر باره ملامت کردن اهل مسجد مهمان را از شب خفتن در آن مسجد
- Mescid halkının bir kere daha geceleyin o mescide kalmak istemesini kınamaları
-
قوم گفتندش مکن جلدی برو ** تا نگردد جامه و جانت گرو
- Ahali dedi ki: “Babayiğitlik satma, yürü… bu sevdadan vazgeç de elbisen de burada rehin kalmasın, canın da!
-
آن ز دور آسان نماید به نگر ** که به آخر سخت باشد رهگذر
- Burada gecelemek, uzaktan kolay görünür ama bu geçit sonunda güçleşir!
-
خویشتن آویخت بس مرد و سکست ** وقت پیچاپیچ دستآویز جست 3995
- Nice kişiler vardır ki kasınır, böbürlenir... Fakat elem ve ıstırap zamanında yapışacak, el atacak bir şey arar!
-
پیشتر از واقعه آسان بود ** در دل مردم خیال نیک و بد
- Savaştan önce halkın gönlüne iyi ve kötü hayal kolay görünür.
-
چون در آید اندرون کارزار ** آن زمان گردد بر آنکس کار زار
- Fakat adam savaşa girdi mi iş o zaman sarpa sarar!