English    Türkçe    فارسی   

3
4085-4109

  • هین برو جلدی مکن سودا مپز ** که نتان پیمود کیوان را بگز 4085
  • Hadi yürü, yiğitliğini bırak, bu ham sevdayı pişirmeye kalkışma. Zuhal yıldızı arşınla ölçülemez!
  • چون تو بسیاران بلافیده ز بخت ** ریش خود بر کنده یک یک لخت لخت
  • Senin gibi çokları bahttan, talihten dem vurdular ama sonunda birer birer, tutam tutam sakallarını yoldular!
  • هین برو کوتاه کن این قیل و قال ** خویش و ما را در میفکن در وبال
  • Aklını başına al da bu dedikoduyu kısa kes, yürü git… Kendini de vebale sokma, bizi de!”
  • جواب گفتن مهمان ایشان را و مثل آوردن بدفع کردن حارس کشت به بانگ دف از کشت شتری را کی کوس محمودی بر پشت او زدندی
  • Konuğun, onlara sırtına Sultan Mahmud’un davulu konmuş ve nöbet vurulması âdet olmuş deveyi bile defle kuşları kaçıran ekin bekçisinin kaçırdığını anlatarak misal getirmek suretiyle cevap vermesi
  • گفت ای یاران از آن دیوان نیم ** که ز لا حولی ضعیف آید پیم
  • Dedi ki: “Dostlar, ben bir Lâhavle’yle ürküp kaçacak şeytanlardan değilim.
  • کودکی کو حارس کشتی بدی ** طبلکی در دفع مرغان می‌زدی
  • Bir çocuk, ekin bekçiliği yapar ve yanındaki defi çalarak kuşları kaçırırdı.
  • تا رمیدی مرغ زان طبلک ز کشت ** کشت از مرغان بد بی خوف گشت 4090
  • Kuşlar, o küçücük defin sesini duyup tarladan kaçarlar, ekinler de zararlı kuşlardan kurtulurdu.
  • چونک سلطان شاه محمود کریم ** برگذر زد آن طرف خیمه‌ی عظیم
  • Kerem sahibi Sultan Mahmud’un yolu, o taraflara düştü, koca otağı o civara kuruldu.
  • با سپاهی همچو استاره‌ی اثیر ** انبه و پیروز و صفدر ملک‌گیر
  • Gökteki yıldızlar kadar çok, talihleri aydın, saflar yaran, ülkeler alan ordusuyla oraya kondu.
  • اشتری بد کو بدی حمال کوس ** بختیی بد پیش‌رو همچون خروس
  • Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi.
  • بانگ کوس و طبل بر وی روز و شب ** می‌زدی اندر رجوع و در طلب
  • Nöbet, gidişte de onun sırtında vurulurdu, gelişe de.
  • اندر آن مزرع در آمد آن شتر ** کودک آن طبلک بزد در حفظ بر 4095
  • O deve, tarlaya giriverdi. Çocuk, ekinleri korumak için o küçücük defi çalmaya başladı.
  • عاقلی گفتش مزن طبلک که او ** پخته‌ی طبلست با آنشست خو
  • Bir akıllı kişi, çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma. O esrik deve, zaten davul taşıyan deve… o sese alışmış.
  • پیش او چه بود تبوراک تو طفل ** که کشد او طبل سلطان بیست کفل
  • A çocuk senin bu defceğizin ona vız gelir. O, bu defin yirmisi kadar olan koskocaman nöbet davulunu taşıyor!
  • عاشقم من کشته‌ی قربان لا ** جان من نوبتگه طبل بلا
  • Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşığım. Canım, belâ davulunun nöbet vurulduğu yer!
  • خود تبوراکست این تهدیدها ** پیش آنچ دیده است این دیدها
  • Sizin bu tehditleriniz yok mu? Bu gözlerin gördüğü şeylere karşı ancak bir defceğizin gümbürtüsünden ibaret!
  • ای حریفان من از آنها نیستم ** کز خیالاتی درین ره بیستم 4100
  • Erler, ben, hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim.
  • من چو اسماعیلیانم بی‌حذر ** بل چو اسمعیل آزادم ز سر
  • Ben, İsmail Peygambere mensup olanlardanım, öldürülmeden çekinmem yok… Hatta İsmail gibi başından geçmiş bir adamım ben!
  • فارغم از طمطراق و از ریا ** قل تعالوا گفت جانم را بیا
  • Gösterişlerden de geçmişim, riyadan da “Söyle geliniz” emri canıma gel demiştir.
  • گفت پیغامبر که جاد فی السلف ** بالعطیه من تیقن بالخلف
  • Peygamber dedi ki: İhsan edilen şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur.
  • هر که بیند مر عطا را صد عوض ** زود دربازد عطا را زین غرض
  • Verilen şeye verilecek yüzlerce karşılığı gören derhal cömertliğe ihsana başlar.
  • جمله در بازار از آن گشتند بند ** تا چو سود افتاد مال خود دهند 4105
  • Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır.
  • زر در انبانها نشسته منتظر ** تا که سود آید ببذل آید مصر
  • Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir.
  • چون ببیند کاله‌ای در ربح بیش ** سرد گردد عشقش از کالای خویش
  • Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir.
  • گرم زان ماندست با آن کو ندید ** کاله‌های خویش را ربح و مزید
  • Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz.
  • همچنین علم و هنرها و حرف ** چون بدید افزون از آنها در شرف
  • Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.