-
با سپاهی همچو استارهی اثیر ** انبه و پیروز و صفدر ملکگیر
- Gökteki yıldızlar kadar çok, talihleri aydın, saflar yaran, ülkeler alan ordusuyla oraya kondu.
-
اشتری بد کو بدی حمال کوس ** بختیی بد پیشرو همچون خروس
- Bir de horoz gibi önde giden esrik bir deve vardı ki nöbet davulunu sırtına yüklemişlerdi.
-
بانگ کوس و طبل بر وی روز و شب ** میزدی اندر رجوع و در طلب
- Nöbet, gidişte de onun sırtında vurulurdu, gelişe de.
-
اندر آن مزرع در آمد آن شتر ** کودک آن طبلک بزد در حفظ بر 4095
- O deve, tarlaya giriverdi. Çocuk, ekinleri korumak için o küçücük defi çalmaya başladı.
-
عاقلی گفتش مزن طبلک که او ** پختهی طبلست با آنشست خو
- Bir akıllı kişi, çocuğa dedi ki: “Def çalıp durma. O esrik deve, zaten davul taşıyan deve… o sese alışmış.
-
پیش او چه بود تبوراک تو طفل ** که کشد او طبل سلطان بیست کفل
- A çocuk senin bu defceğizin ona vız gelir. O, bu defin yirmisi kadar olan koskocaman nöbet davulunu taşıyor!
-
عاشقم من کشتهی قربان لا ** جان من نوبتگه طبل بلا
- Ben de Lâ kılıcıyla kurban olmuş bir âşığım. Canım, belâ davulunun nöbet vurulduğu yer!
-
خود تبوراکست این تهدیدها ** پیش آنچ دیده است این دیدها
- Sizin bu tehditleriniz yok mu? Bu gözlerin gördüğü şeylere karşı ancak bir defceğizin gümbürtüsünden ibaret!
-
ای حریفان من از آنها نیستم ** کز خیالاتی درین ره بیستم 4100
- Erler, ben, hayallere kapılıp bu yolda duracaklardan değilim.
-
من چو اسماعیلیانم بیحذر ** بل چو اسمعیل آزادم ز سر
- Ben, İsmail Peygambere mensup olanlardanım, öldürülmeden çekinmem yok… Hatta İsmail gibi başından geçmiş bir adamım ben!
-
فارغم از طمطراق و از ریا ** قل تعالوا گفت جانم را بیا
- Gösterişlerden de geçmişim, riyadan da “Söyle geliniz” emri canıma gel demiştir.
-
گفت پیغامبر که جاد فی السلف ** بالعطیه من تیقن بالخلف
- Peygamber dedi ki: İhsan edilen şeye verilecek karşılığı iyice bilen bu dünyada ihsanda bulunur.
-
هر که بیند مر عطا را صد عوض ** زود دربازد عطا را زین غرض
- Verilen şeye verilecek yüzlerce karşılığı gören derhal cömertliğe ihsana başlar.
-
جمله در بازار از آن گشتند بند ** تا چو سود افتاد مال خود دهند 4105
- Herkes, kâr elde etmek için malını vermek üzere pazara, çarşıya bağlanmıştır.
-
زر در انبانها نشسته منتظر ** تا که سود آید ببذل آید مصر
- Dağarcıktaki altın sahibi bir kâr elde etsin de onu yoksullara versin diye ısrarla oturmuş beklemektedir.
-
چون ببیند کالهای در ربح بیش ** سرد گردد عشقش از کالای خویش
- Satıcı, elindeki kumaşın fazla para ettiğini gördü mü ona olan aşkı soğuyuverir.
-
گرم زان ماندست با آن کو ندید ** کالههای خویش را ربح و مزید
- Kumaşların fazla bir kâr getirdiğini görmez de o yüzden onlara ısınır, onları elden çıkarmaz.
-
همچنین علم و هنرها و حرف ** چون بدید افزون از آنها در شرف
- Bilgi, hüner ve sanatlarda böyledir. Bunlara sahip olanlar, bunlardan daha şerefli, daha üstün bir şey görmezler de o yüzden ehemmiyet verirler.
-
تا به از جان نیست جان باشد عزیز ** چون به آمد نام جان شد چیز لیز 4110
- İnsan için candan iyi bir şey yoksa can azizdir. Fakat candan iyi bir şeye sahip oldu mu, canın adı hor, hakir olur gider.
-
لعبت مرده بود جان طفل را ** تا نگشت او در بزرگی طفلزا
- Çocuğun canı, çocuk kaldıkça, büyümedikçe oyun için yapılan bebeciktir.
-
این تصور وین تخیل لعبتست ** تا تو طفلی پس بدانت حاجتست
- Bu düşünceler bu hayallenmeler de bebeciklerdir. Sen çocuk kaldıkça onlara ihtiyacın vardır.
-
چون ز طفلی رست جان شد در وصال ** فارغ از حس است و تصویر و خیال
- Fakat çocuk, çocukluktan kurtuldu da kemale erişti mi, adam oldu mu artık duygulardan da vazgeçer, düşüncelerden de, hayallerden de!
-
نیست محرم تا بگویم بینفاق ** تن زدم والله اعلم بالوفاق
- Mahrem yok ki açıkça söyleyeyim… Sükût ettim; Allah hakikate uygun olanı daha iyi bilir.
-
مال و تن برفاند ریزان فنا ** حق خریدارش که الله اشتری 4115
- Malla beden, hemencecik eriyip giden kardır. Fakat satılığa çıkarılınca onların alıcısı Allah’tır.
-
برفها زان از ثمن اولیستت ** که هیی در شک یقینی نیستت
- Bu kar, sana neden paradan daha iyi geliyor, bilir misin? Şüphedesin, yakinin yok da ondan.