-
تو ز خود میآیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است 4370
- Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!
-
او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
- O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
-
نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
- Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!
-
پس بدان که شمع دین بر میشود ** این نه همچون شمع آتشها بود
- Bil ki din mumu yücedir, ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
-
این نماید نور و سوزد یار را ** و آن بصورت نار و گل زوار را
- Bu zahirî mum nur görünür, fakat sevgiliyi yakar… Din mumuysa sureta ateş görünür, fakat ziyaretçilere gül kesilir!
-
این چو سازنده ولی سوزندهای ** و آن گه وصلت دل افروزندهای 4375
- Bu zahirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır.
-
شکل شعلهی نور پاک سازوار ** حاضران را نور و دوران را چو نار
- Allah’a lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
-
ملاقات آن عاشق با صدر جهان
- O âşığın Sadr-ı Cihan’la buluşması
-
آن بخاری نیز خود بر شمع زد ** گشته بود از عشقش آسان آن کبد
- O Buhara’lı âşık da kendisini muma atmıştı. O zahmet, aşkı yüzünden kendine kolay gelmekteydi.
-
آه سوزانش سوی گردون شده ** در دل صدر جهان مهر آمده
- Her şeyi yakıp yandıran ahı, göklere yüceliyordu. Sadr-ı Cihan’ın gönlüne merhamet gelmişti.
-
گفته با خود در سحرگه کای احد ** حال آن آوارهی ما چون بود
- O bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Fakat “Ey Allah, acaba o avaremizin hali nasıl?
-
او گناهی کرد و ما دیدیم لیک ** رحمت ما را نمیدانست نیک 4380
- Bir seher vakti kendi kendisine diyordu ki merhametimizi adamakıllı bilmiyordu ki.
-
خاطر مجرم ز ما ترسان شود ** لیک صد اومید در ترسش بود
- Suçlu kişinin gönlüne bizden bir korkudur var… Fakat korkusunda yüzlerce ümit gizli.
-
من بترسانم وقیح یاوه را ** آنک ترسد من چه ترسانم ورا
- Ben utanmayan ve korkmayan kişiyi korkuturum. Zaten benden korkanı neye korkutayım.
-
بهر دیگ سرد آذر میرود ** نه بدان کز جوش از سر میرود
- Ateş, soğuk tencerenin altına konur; kaynayan coşkunluğundan baştan çıkan tencerenin altına değil!
-
آمنان را من بترسانم به علم ** خایفان را ترس بردارم به حلم
- Benden emin olanları bilgimle korkuturum; korkanlarınsa korkularını teskin ederim.
-
پارهدوزم پاره در موضع نهم ** هر کسی را شربت اندر خور دهم 4385
- Ben yamacıyım, yamanması icap eden yeri yamarım. Herkese nabzına göre şerbet veririm.
-
هست سر مرد چون بیخ درخت ** زان بروید برگهاش از چوب سخت
- Kişinin sırrı ağacın köküne benzer. Yaprakları, o kökten feyz alırda kupkuru gövdesinden çıkar, yeşerir.
-
درخور آن بیخ رسته برگها ** در درخت و در نفوس و در نهی
- Yapraklar, köke göredir. Ağaçta böyle olduğu gibi nefislerle akıllarda da böyledir.
-
برفلک پرهاست ز اشجار وفا ** اصلها ثابت و فرعه فی السما
- Vefa ağaçlarından göklere yücelmiş kollar, kanatlar var... Kökleri yerli yerinde de ferileri gökte.
-
چون برست از عشق پر بر آسمان ** چون نروید در دل صدر جهان
- Aşk yüzünden gökte kollar, kanatlar meydana gelirde Sadr-ı Cihan’ın gönlüne nasıl merhamet gelmez.
-
موج میزد در دلش عفو گنه ** که ز هر دل تا دل آمد روزنه 4390
- Gönlünde o suçu affetme denizi dalgalanmaya başladı… Zaten gönülden gönüle pencere vardır!
-
که ز دل تا دل یقین روزن بود ** نه جدا و دور چون دو تن بود
- Gönülden gönüle pencere olduğu muhakkak. İki gönül iki ten gibi birbirinden ayrı ve uzak kalamaz.
-
متصل نبود سفال دو چراغ ** نورشان ممزوج باشد در مساغ
- İki kandilin yağ konan kapları birbirine bitişik değildir ama ışıkları katışmış birleşmiştir.
-
هیچ عاشق خود نباشد وصلجو ** که نه معشوقش بود جویای او
- Hiçbir âşık yoktur ki sevgilisinin vuslatını arasın. Dilesin de sevgilisi onu aramasın, dilemesin!
-
لیک عشق عاشقان تن زه کند ** عشق معشوقان خوش و فربه کند
- Fakat aşk, âşıkların vücutlarını inceltir, zayıflatır… Sevgililerin vücutlarını ise güzelleştirir, semirtir.