English    Türkçe    فارسی   

3
4440-4464

  • میل و عشق آن شرف هم سوی جان ** زین یحب را و یحبون را بدان 4440
  • O yücelmenin aşkı, o yücelmenin meylide canadır. “Allah onları sever onlarda Allah’ı” ayetini bundan anla!
  • حاصل آنک هر که او طالب بود ** جان مطلوبش درو راغب بود
  • Bunu anlatmaya kalkışsam sonu, ucu gelmez… Mesnevi’ye, daha böyle sekiz misli kâğıt bile yetişmez!
  • گر بگویم شرح این بی حد شود ** مثنوی هشتاد تا کاغذ شود
  • Hâsılı kim bir şey isterse istediği şey de ona rağbet eder.
  • آدمی حیوان نباتی و جماد ** هر مرادی عاشق هر بی‌مراد
  • İnsan, hayvan, nebat, cemat… Her şey, birbirine âşıktır. Bir adam, bir şeyi sevdi de muradı o oldu, başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen âşığına âşıktır.
  • بی‌مرادان بر مرادی می‌تنند ** و آن مرادان جذب ایشان می‌کنند
  • Muratsız hale gelen âşıklar, bir murat etrafında döner, dolaşır, yalnız sevgililerini dilerler ama muratları, maksatları olan sevgililer de onları kendilerine çekip dururlar.
  • لیک میل عاشقان لاغر کند ** میل معشوقان خوش و خوش‌فر کند 4445
  • Fakat âşıkların meyil ve muhabbetleri, âşıkları zayıf bir hale getirir… Maşukların meyil ve muhabbeti ise onları güzelleştirir, parlak bir hale sokar!
  • عشق معشوقان دو رخ افروخته ** عشق عاشق جان او را سوخته
  • Sevgililerin aşkı onların yanaklarını parlatır; âşıkların aşkı, âşıkların canlarını yandırır!
  • کهربا عاشق به شکل بی‌نیاز ** کاه می‌کوشد در آن راه دراز
  • Kehlibar, niyazdan müstağni davranan bir âşıktır…o uzun yola düşen, o uzun yolda savaşansa saman çöpü!
  • این رها کن عشق آن تشنه‌دهان ** تافت اندر سینه‌ی صدر جهان
  • Bunu bırak… O susamış âşığın aşkı, Sadr-ı Cihan’ın gönlünde parladı.
  • دود آن عشق و غم آتش‌کده ** رفته در مخدوم او مشفق شده
  • O aşkın, o ateşgedenin dumanı ona kadar vardı, gönlünü yumuşattı.
  • لیکش از ناموس و بوش و آب رو ** شرم می‌آمد که وا جوید ازو 4450
  • Fakat onu aramayı namusuna, kibrine yediremiyordu.
  • رحمتش مشتاق آن مسکین شده ** سلطنت زین لطف مانع آمده
  • Merhameti, o yoksula müştak olmuştu; saltanat bu lütfa mâni oluyordu.
  • عقل حیران کین عجب او را کشید ** یا کشش زان سو بدینجانب رسید
  • Akıl burada hayran… Acaba bu mu onu çekti, yoksa bu çekiş, o taraftan mı oldu?
  • ترک جلدی کن کزین ناواقفی ** لب ببند الله اعلم بالخفی
  • Cür’etten vazgeç… Sen, bunu bilmezsin, anlamazsın. Dudağını yum, gizli sırrı Allah daha iyi bilir.
  • این سخن را بعد ازین مدفون کنم ** آن کشنده می‌کشد من چون کنم
  • Bundan böyle bu sözü, gizleyeyim… Beni o çeken, çekmekte; ne yapayım ben?
  • کیست آن کت می‌کشد ای معتنی ** آنک می‌نگذاردت کین دم زنی 4455
  • Ey bir işe sarılıp savaşan, onu güzelce başarmaya uğraşan, seni çeken… Bundan bahsetmeye bırakmayan kim?
  • صد عزیمت می‌کنی بهر سفر ** می‌کشاند مر ترا جای دگر
  • Bir yere gideyim diye yüzlerce defa karar verir, davranırsın… Fakat seni bir saik, başka yere çeker durur.
  • زان بگرداند به هر سو آن لگام ** تا خبر یابد ز فارس اسپ خام
  • Binici, dizgini her tarafa çevirir, ta ki ham at üstünde bir binicinin bulunduğunu, başıboş bulunmadığını anlasın diye.
  • اسپ زیرکسار زان نیکو پیست ** کو همی‌داند که فارس بر ویست
  • Fakat terbiyeli at, üstünde binici olduğunu bilir, bundan dolayı iyi yürür.
  • او دلت را بر دو صد سودا ببست ** بی‌مرادت کرد پس دل را شکست
  • O yok mu? Senin gönlünü yüzlerce sevdaya bağlamış, nihayet seni muratsız bir hale getirmiş de sonrada gönlünü kırıvermiştir.
  • چون شکست او بال آن رای نخست ** چون نشد هستی بال‌اشکن درست 4460
  • İlk kararının kolunu kanadını kırdı ya… Peki, niçin o kanat kıranın varlığı doğru olmuyor, niçin kendini ona teslim etmiyorsun?
  • چون قضایش حبل تدبیرت سکست ** چون نشد بر تو قضای آن درست
  • Onun kaza ve kaderi senin tedbir ipini koparıverdi… Pekâlâ, neden kaza ve kaderine inanmıyor, niçin kazasına rıza vermiyorsun?
  • فسخ عزایم و نقضها جهت با خبر کردن آدمی را از آنک مالک و قاهر اوست و گاه گاه عزم او را فسخ ناکردن و نافذ داشتن تا طمع او را بر عزم کردن دارد تا باز عزمش را بشکند تا تنبیه بر تنبیه بود
  • Allah, kuvvet ve kudretin yalnız kendisinde olduğunu anlatmak için insanların karar verdikleri şeyleri bozar, zıddını meydana getirir. Bazen da kararında azmetsin, yapacağı şeye tamah eylesin diye o kararı bozmaz da sonunda bozar, bu da tembih üstüne tembih olur
  • عزمها و قصدها در ماجرا ** گاه گاهی راست می‌آید ترا
  • Yapacağın işlere iyice niyetlenir, yapmayı kurar, kararlaştırırsın. Bazen bu kararın denk gelir.
  • تا به طمع آن دلت نیت کند ** بار دیگر نیتت را بشکند
  • Gönlün tamahtan düşer, niyetini sağlamlarsın. Sonra tekrar o niyet bozuluverir!
  • ور بکلی بی‌مرادت داشتی ** دل شدی نومید امل کی کاشتی
  • Seni tamamıyla muratsız bir hale getirseydi gönlün ümitsizlenirdi, dilek tohumunu nasıl ekebilirdin?