English    Türkçe    فارسی   

3
465-489

  • ذکر و تسبیحات اجزای نهان ** غلغلی افکند اندر آسمان 465
  • Gizli cüzlerin zikir ve tespihleri, gökyüzüne bir gulguledir salar.
  • چون قضا آهنگ نارنجات کرد ** روستایی شهریی را مات کرد
  • Kaza, hileler düzmeye başladı mı köylü, şehirliyi matetti.
  • با هزاران حزم خواجه مات شد ** زان سفر در معرض آفات شد
  • Şehirli, binlerce rey ve tedbiri olduğu halde matoldu ve bu seferden afetlere uğradı.
  • اعتمادش بر ثبات خویش بود ** گرچه که بد نیم سیلش در ربود
  • Kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu kapıp götürdü.
  • چون قضا بیرون کند از چرخ سر ** عاقلان گردند جمله کور و کر
  • Kaza ve kader, felekten baş çıkardı mı akıllıların hepsi kör ve sağır olur…
  • ماهیان افتند از دریا برون ** دام گیرد مرغ پران را زبون 470
  • Balıklar, kendilerini denizden dışarıya atarlar. Tuzak, uçan kuşu zebun eder.
  • تا پری و دیو در شیشه شود ** بلک هاروتی به بابل در رود
  • Peri ve şeytan, şişe içine girer. Hattâ Bâbil Harut’unu bile kaza ve kader kapar, avlar.
  • جز کسی کاندر قضا اندر گریخت ** خون او را هیچ تربیعی نریخت
  • Ancak kaza ve kaderden yine kaza ve kadere kaçan kişi kurtulur. Hiçbir tedbir onun kanını dökemez.
  • غیر آن که در گریزی در قضا ** هیچ حیله ندهدت از وی رها
  • Allah’ın kaza ve kaderinden yine Allah’ın kaza ve kaderine kaçan, kişiden başka hiçbir kimseyi, hiçbir hile, kaza ve kaderden kurtaramaz.
  • قصه‌ی اهل ضروان و حیلت کردن ایشان تا بی زحمت درویشان باغها را قطاف کنند
  • Darvan’lılar ve onların yoksullara bir şey vermeden bahçelerden meyva devşirmek için hileye sapmaları
  • قصه‌ی اصحاب ضروان خوانده‌ای ** پس چرا در حیله‌جویی مانده‌ای
  • Darvan’lıların hikâyesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye sapmakta ısrar edip duruyorsun?
  • حیله می‌کردند کزدم‌نیش چند ** که برند از روزی درویش چند 475
  • Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için hileye, düzene giriştiler.
  • شب همه شب می‌سگالیدند مکر ** روی در رو کرده چندین عمرو و بکر
  • Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amır’la Bekir, yüz yüze verip hile düşündüler.
  • خفیه می‌گفتند سرها آن بدان ** تا نباید که خدا در یابد آن
  • Sırlarını, Allah anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
  • با گل انداینده اسگالید گل ** دست کاری می‌کند پنهان ز دل
  • Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular. Hiç, el, gönülden gizli bir iş yapabilir mi?
  • گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
  • Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
  • گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا 480
  • Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur?
  • اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
  • Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
  • گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
  • Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
  • آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
  • Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
  • بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقه‌ی جان شریف از آب و گل
  • Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
  • خانه‌ی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
  • Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
  • گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانه‌ی او کم شود
  • Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
  • غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی می‌روی
  • Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
  • این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
  • Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
  • این بدین سو آن بدان سو می‌کشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
  • Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.