-
اعتمادش بر ثبات خویش بود ** گرچه که بد نیم سیلش در ربود
- Kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu kapıp götürdü.
-
چون قضا بیرون کند از چرخ سر ** عاقلان گردند جمله کور و کر
- Kaza ve kader, felekten baş çıkardı mı akıllıların hepsi kör ve sağır olur…
-
ماهیان افتند از دریا برون ** دام گیرد مرغ پران را زبون 470
- Balıklar, kendilerini denizden dışarıya atarlar. Tuzak, uçan kuşu zebun eder.
-
تا پری و دیو در شیشه شود ** بلک هاروتی به بابل در رود
- Peri ve şeytan, şişe içine girer. Hattâ Bâbil Harut’unu bile kaza ve kader kapar, avlar.
-
جز کسی کاندر قضا اندر گریخت ** خون او را هیچ تربیعی نریخت
- Ancak kaza ve kaderden yine kaza ve kadere kaçan kişi kurtulur. Hiçbir tedbir onun kanını dökemez.
-
غیر آن که در گریزی در قضا ** هیچ حیله ندهدت از وی رها
- Allah’ın kaza ve kaderinden yine Allah’ın kaza ve kaderine kaçan, kişiden başka hiçbir kimseyi, hiçbir hile, kaza ve kaderden kurtaramaz.
-
قصهی اهل ضروان و حیلت کردن ایشان تا بی زحمت درویشان باغها را قطاف کنند
- Darvan’lılar ve onların yoksullara bir şey vermeden bahçelerden meyva devşirmek için hileye sapmaları
-
قصهی اصحاب ضروان خواندهای ** پس چرا در حیلهجویی ماندهای
- Darvan’lıların hikâyesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye sapmakta ısrar edip duruyorsun?
-
حیله میکردند کزدمنیش چند ** که برند از روزی درویش چند 475
- Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için hileye, düzene giriştiler.
-
شب همه شب میسگالیدند مکر ** روی در رو کرده چندین عمرو و بکر
- Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amır’la Bekir, yüz yüze verip hile düşündüler.
-
خفیه میگفتند سرها آن بدان ** تا نباید که خدا در یابد آن
- Sırlarını, Allah anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
-
با گل انداینده اسگالید گل ** دست کاری میکند پنهان ز دل
- Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular. Hiç, el, gönülden gizli bir iş yapabilir mi?
-
گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
- Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
-
گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا 480
- Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur?
-
اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
- Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
-
گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
- Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
-
آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
- Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
-
بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقهی جان شریف از آب و گل
- Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
-
خانهی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
- Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
-
گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانهی او کم شود
- Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
-
غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
- Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
-
این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
- Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
-
این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
- Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
-
این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست 490
- Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye.
-
بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
- O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
-
گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
- Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.