-
پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوهها دارند اندر گلستان
- Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
-
تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی 775
- “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi.
-
بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نهای طاووس خواجه بوالعلا
- ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
-
خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
- Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
-
تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی میکرد
- Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
-
همچو فرعونی مرصع کرده ریش ** برتر از عیسی پریده از خریش
- Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı.
-
او هم از نسل شغال ماده زاد ** در خم مالی و جاهی در فتاد
- O da, o boyacı küpüne düşen dişi çakalın soyundandı. O da mal ve mevki küpüne düşmüştü!
-
هر که دید آن جاه و مالش سجده کرد ** سجدهی افسوسیان را او بخورد 780
- Kim onun Mevkiini, malını gördüyse secde etti, o da o saçma sapan heriflerin secdelerine kandı.
-
گشت مستک آن گدای ژندهدلق ** از سجود و از تحیرهای خلق
- O yamalı hırka giyen yoksul halkın secdesinden, malına mülküne karşı şaşırmasından âdeta kendinden geçmiş, bir sarhoşçuk oluvermişti!
-
مال مار آمد که در وی زهرهاست ** و آن قبول و سجدهی خلق اژدهاست
- Mal, yılandır… Onda zehirler var. Halkın mal sahibini büyük sayması, ona secde etmesiyse ejderhadır âdeta.
-
های ای فرعون ناموسی مکن ** تو شغالی هیچ طاووسی مکن
- A firavun, ululanıp durma. Sen bir çakalsın, tavusluk dâvasına kalkışma.
-
سوی طاووسان اگر پیدا شوی ** عاجزی از جلوه و رسوا شوی
- Tavusların arasına varsan âciz kalır, onlar gibi salınamaz, rüsvay olursun.
-
موسی و هارون چو طاووسان بدند ** پر جلوه بر سر و رویت زدند 785
- Musa ile Harun, tavuslara benzerlerdi. Karşısında salındılar, cilvelendiler, seni perişan ettiler.
-
زشتیت پیدا شد و رسواییت ** سرنگون افتادی از بالاییت
- Çirkinliğin meydana çıktı, rüsvay oldun gitti. Yücelikten aşağılıklara düşüverdin!
-
چون محک دیدی سیه گشتی چو قلب ** نقش شیری رفت و پیدا گشت کلب
- Mehenk taşını görünce kalp akça gibi simsiyah oldun, üstündeki aslan nakşı gitti, köpekliğin meydana çıktı.
-
ای سگگرگین زشت از حرص و جوش ** پوستین شیر را بر خود مپوش
- A uyuz çirkin köpek, hırsından, kızgınlığından aslan postuna bürünme. Aslan kükrer de seni sınar. O vakit üstünde aslan,
-
غرهی شیرت بخواهد امتحان ** نقش شیر و آنگه اخلاق سگان
- Sureti olduğu, fakat hakikatte köpeklerin huylarına sahip olduğun anlaşılır.
-
تفسیر ولتعرفنهم فی لحن القول
- Ve leta’rifennehum fî lahnil kavli ayetinin tefsiri
-
گفت یزدان مر نبی را در مساق ** یک نشانی سهلتر ز اهل نفاق 790
- Allah, söz geliminde Peygambere dedi ki: “Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur:
-
گر منافق زفت باشد نغز و هول ** وا شناسی مر ورا در لحن و قول
- Münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.
-
چون سفالین کوزهها را میخری ** امتحانی میکنی ای مشتری
- Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?
-
میزنی دستی بر آن کوزه چرا ** تا شناسی از طنین اشکسته را
- Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.
-
بانگ اشکسته دگرگون میبود ** بانگ چاووشست پیشش میرود
- Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.
-
بانگ میآید که تعریفش کند ** همچو مصدر فعل تصریفش کند 795
- ”Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder!
-
چون حدیث امتحان رویی نمود ** یادم آمد قصهی هاروت زود
- Sınama sözü gelince hemencecik Hârût hikâyesini hatırladım.
-
قصهی هاروت و ماروت و دلیری ایشان بر امتحانات حق تعالی
- Hârût’la Mârût’un hikâyesi ve onların Ulu Allah’ın sınamalarına karşı yiğitlik taslamaları
-
پیش ازین زان گفته بودیم اندکی ** خود چه گوییم از هزارانش یکی
- Bundan önce de bu bahse dair az bir söz söylemiştik. Fakat zaten ne kadar söylesek ancak binde birini anlatabiliriz.
-
خواستم گفتن در آن تحقیقها ** تا کنون وا ماند از تعویقها
- Bu vakayı adamakıllı anlatmak istedim ama şimdiye kadar söz, sözü açtı, birçok sebeplerle kalıp gitti.