-
که به بوی دل در آن می بستهاند ** خم بادهی این جهان بشکستهاند 825
- Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır.
-
جز مگر آنها که نومیدند و دور ** همچو کفاری نهفته در قبور
- Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler,
-
ناامید از هر دو عالم گشتهاند ** خارهای بینهایت کشتهاند
- İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir!
-
پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
- Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
-
گستریدیمی درین بیداد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
- Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
-
این بگفتند و قضا میگفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست 830
- Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok.
-
هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا
- Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
-
که ز موی و استخوان هالکان ** مینیابد راه پای سالکان
- Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
-
جملهی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
- Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
-
گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته میرانند و هون
- Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
-
پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار 835
- Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu.
-
این قضا میگفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
- Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
-
چشمها و گوشها را بستهاند ** جز مر آنها را که از خود رستهاند
- Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
-
جز عنایت که گشاید چشم را ** جز محبت که نشاند خشم را
- Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır?
-
جهد بی توفیق خود کس را مباد ** در جهان والله اعلم بالسداد
- Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir.
-
قصهی خواب دیدن فرعون آمدن موسی را علیه السلام و تدارک اندیشیدن
- Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi
-
جهد فرعونی چو بی توفیق بود ** هرچه او میدوخت آن تفتیق بود 840
- Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsanı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu.
-
از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بیشمار
- Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
-
مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
- Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
-
با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
- Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
-
جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو رهزن میزنیم
- Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”
-
تا رسید آن شب که مولد بود آن ** رای این دیدند آن فرعونیان 845
- Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler:
-
که برون آرند آن روز از پگاه ** سوی میدان بزم و تخت پادشاه
- O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi.
-
الصلا ای جمله اسرائیلیان ** شاه میخواند شما را زان مکان
- “Ey İsrail oğulları, haydin… Sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor.
-
تا شما را رو نماید بی نقاب ** بر شما احسان کند بهر ثواب
- Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı.
-
کان اسیران را بجز دوری نبود ** دیدن فرعون دستوری نبود
- Çünkü o esirler, Firavuna hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.