-
من چو ابرم تو زمین موسی نبات ** حق شه شطرنج و ما ماتیم مات 885
- Ben buluta benziyorum sen yersin Musa’da nebat. Allah, satranç oyununda şahı sürüyor, bir yutulduk mu yutulduk!
-
مات و برد از شاه میدان ای عروس ** آن مدان از ما مکن بر ما فسوس
- Hanım, yutulmayı da hakikî padişah olan Allah’tan bil, yutmayı da. O işi bizden bilip bize hayıflanma!
-
آنچ این فرعون میترسد ازو ** هست شد این دم که گشتم جفت تو
- Firavunun korktuğu şey yok mu? Seninle buluştum, meydana geldi işte!
-
وصیت کردن عمران جفت خود را بعد از مجامعت کی مرا ندیده باشی
- İmran’ın karısıyla buluştuktan sonra “Beni görmemiş ol” diye nasihat etmesi
-
وا مگردان هیچ ازینها دم مزن ** تا نیاید بر من و تو صد حزن
- Sakın bunu kimseye söyleme, gizle de bana da yüzlerce türlü gam, gussa gelmesin, sana da.
-
عاقبت پیدا شود آثار این ** چون علامتها رسید ای نازنین
- Sonucu, bunun eserlerini meydana çıkar çünkü nazeninin, alâmetleri belirdi!”
-
در زمان از سوی میدان نعرهها ** میرسید از خلق و پر میشد هوا 890
- Tam o sırada meydandaki halktan naralar duyulmaya, yer, gök naralarla dolmaya başladı.
-
شاه از آن هیبت برون جست آن زمان ** پابرهنه کین چه غلغلهاست هان
- Firavun, bu naralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu.
-
از سوی میدان چه بانگست و غریو ** کز نهیبش میرمد جنی و دیو
- Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu.
-
گفت عمران شاه ما را عمر باد ** قوم اسرائیلیانند از تو شاد
- İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun… İsrailoğulları, lütfundan neşeleniyorlar.
-
از عطای شاه شادی میکنند ** رقص میآرند و کفها میزنند
- İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.
-
گفت باشد کین بود اما ولیک ** وهم و اندیشه مرا پر کرد نیک 895
- Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı.
-
ترسیدن فرعون از آن بانگ
- Firavunun o sesten korkması
-
این صدا جان مرا تغییر کرد ** از غم و اندوه تلخم پیر کرد
- Bu gürültü, asabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.”
-
پیش میآمد سپس میرفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
- Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
-
هر زمان میگفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعرهها
- Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
-
زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
- Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
-
که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استارهی موسی پدید 900
- Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın.
-
هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
- Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
-
پیدا شدن استارهی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
- Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
-
بر فلک پیدا شد آن استارهاش ** کوری فرعون و مکر و چارهاش
- Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
-
روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
- Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
-
راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
- İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
-
هر منجم سر برهنه جامهپاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک 905
- Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü.
-
همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
- Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
-
ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خونپر دیدگان
- Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
-
گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی میدهد منحوس سال
- İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
-
عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
- Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.