English    Türkçe    فارسی   

3
897-921

  • پیش می‌آمد سپس می‌رفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
  • Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
  • هر زمان می‌گفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعره‌ها
  • Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
  • زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
  • Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
  • که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استاره‌ی موسی پدید 900
  • Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın.
  • هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
  • Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
  • پیدا شدن استاره‌ی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
  • Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
  • بر فلک پیدا شد آن استاره‌اش ** کوری فرعون و مکر و چاره‌اش
  • Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
  • روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
  • Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
  • راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
  • İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
  • هر منجم سر برهنه جامه‌پاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک 905
  • Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü.
  • همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
  • Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
  • ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خون‌پر دیدگان
  • Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
  • گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی می‌دهد منحوس سال
  • İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
  • عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
  • Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
  • این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد 910
  • Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu.
  • شب ستاره‌ی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
  • Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
  • زد ستاره‌ی آن پیمبر بر سما ** ما ستاره‌بار گشتیم از بکا
  • O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
  • با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر می‌بزد کاه الفراق
  • İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
  • کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
  • Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
  • خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفته‌های بس خشن بر جمع خواند 915
  • Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi.
  • خویشتن را ترش و غمگین ساخت او ** نردهای بازگونه باخت او
  • Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
  • گفتشان شاه مرا بفریفتید ** از خیانت وز طمع نشکیفتید
  • “Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
  • سوی میدان شاه را انگیختید ** آب روی شاه ما را ریختید
  • Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
  • دست بر سینه زدیت اندر ضمان ** شاه را ما فارغ آریم از غمان
  • Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaatlerde bulundunuz” dedi.
  • شاه هم بشنید و گفت ای خاینان ** من بر آویزم شما را بی امان 920
  • Padişah da bunu duyunca “Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün.
  • خویش را در مضحکه انداختم ** مالها با دشمنان در باختم
  • Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.