-
چون زنان جمله بدو گرد آمدند ** هرچه بود آن نر ز مادر بستدند
- Kadınların hepsi toplanınca erkek çocukları analarının kucaklarından aldılar.
-
سر بریدندش که اینست احتیاط ** تا نروید خصم و نفزاید خباط
- Düşman doğmasına, felâket artmasın diye güya ihtiyata riayet ederek başlarını kestiler.
-
بوجود آمدن موسی و آمدن عوانان به خانهی عمران و وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آتش انداز
- Musa’nın vücuda gelmesi, memurların İmran’ın evine gelmeleri, Musa’nın anasına, Musa’yı ateşe at diye vahiy edilmesi
-
خود زن عمران که موسی برده بود ** دامن اندر چید از آن آشوب و دود
- Musa’yı doğurmuş olan İmran’ın karısına gelince elini, eteğini çekmiş, o kargaşalıktan, o toz dumandan kurtulmuştu.
-
آن زنان قابله در خانهها ** بهر جاسوسی فرستاد آن دغا
- Fakat o alçak Firavun, evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.
-
غمز کردندش که اینجا کودکیست ** نامد او میدان که در وهم و شکیست 950
- “Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü, şüphelendiği için meydana gelmedi.
-
اندرین کوچه یکی زیبا زنیست ** کودکی دارد ولیکن پرفنیست
- Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… Fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye kovaladılar.
-
پس عوانان آمدند او طفل را ** در تنور انداخت از امر خدا
- Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
-
وحی آمد سوی زن زان با خبر ** که ز اصل آن خلیلست این پسر
- Bilen Allah’tan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
-
عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
- Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
-
زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر 955
- Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı.
-
پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
- Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
-
با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند
- Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
-
کای عوانان باز گردید آن طرف ** نیک نیکو بنگرید اندر غرف
- O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
-
وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آب افکن
- Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
-
باز وحی آمد که در آبش فکن ** روی در اومید دار و مو مکن
- Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,
-
در فکن در نیلش و کن اعتماد ** من ترا با وی رسانم رو سپید 960
- İtimat et, onu Nil’e at… Ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi.
-
این سخن پایان ندارد مکرهاش ** جمله میپیچید هم در ساق و پاش
- Bu sözün sonu gelmez ki. Firavunun bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.
-
صد هزاران طفل میکشت او برون ** موسی اندر صدر خانه در درون
- O, dışarıda yüz binlerce çocuk öldürüyordu; Musa ise evinin içinde başköşede yetişmekteydi.
-
از جنون میکشت هر جا بد جنین ** از حیل آن کورچشم دوربین
- O uzağı gören kör Firavun, hilelere sapıp deliliğinden nerede yeni doğmuş bir çocuk varsa öldürtmekteydi.
-
اژدها بد مکر فرعون عنود ** مکر شاهان جهان را خورده بود
- İnatçı Firavunun hilesi ejderha idi, bütün âlem padişahlarının hilelerini yutmuştu.
-
لیک ازو فرعونتر آمد پدید ** هم ورا هم مکر او را در کشید 965
- Fakat ondan daha Firavun birisi zuhur etti. Onu da yuttu, hilesini de!
-
اژدها بود و عصا شد اژدها ** این بخورد آن را به توفیق خدا
- O bir ejderha idi, asâ da bir ejderha oldu. Bu, onu Allah tevfikiyle sömürüp yutuverdi!
-
دست شد بالای دست این تا کجا ** تا بیزدان که الیه المنتهی
- El üstünde el var… Nereye kadar bu. Ta son erişilecek menzile, ta Allah’a kadar!
-
کان یکی دریاست بی غور و کران ** جمله دریاها چو سیلی پیش آن
- Çünkü o, öyle bir denizdir ki ne dibi var, ne kıyısı! Bütün denizler, ona karşı sele benzer.
-
حیلهها و چارهها گر اژدهاست ** پیش الا الله آنها جمله لاست
- Hileler, tedbirler ejderha ise Tek Allah önünde hepsi de hiçtir!
-
چون رسید اینجا بیانم سر نهاد ** محو شد والله اعلم بالرشاد 970
- Sözün, buraya gelince yere baş koyup mahvoldu… Doğru yolu Allah daha iyi bilir!