English    Türkçe    فارسی   

3
949-973

  • آن زنان قابله در خانه‌ها ** بهر جاسوسی فرستاد آن دغا
  • Fakat o alçak Firavun, evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.
  • غمز کردندش که اینجا کودکیست ** نامد او میدان که در وهم و شکیست 950
  • “Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü, şüphelendiği için meydana gelmedi.
  • اندرین کوچه یکی زیبا زنیست ** کودکی دارد ولیکن پرفنیست
  • Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… Fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye kovaladılar.
  • پس عوانان آمدند او طفل را ** در تنور انداخت از امر خدا
  • Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
  • وحی آمد سوی زن زان با خبر ** که ز اصل آن خلیلست این پسر
  • Bilen Allah’tan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
  • عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
  • Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
  • زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر 955
  • Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı.
  • پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
  • Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
  • با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند
  • Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
  • کای عوانان باز گردید آن طرف ** نیک نیکو بنگرید اندر غرف
  • O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
  • وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آب افکن
  • Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
  • باز وحی آمد که در آبش فکن ** روی در اومید دار و مو مکن
  • Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,
  • در فکن در نیلش و کن اعتماد ** من ترا با وی رسانم رو سپید 960
  • İtimat et, onu Nil’e at… Ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi.
  • این سخن پایان ندارد مکرهاش ** جمله می‌پیچید هم در ساق و پاش
  • Bu sözün sonu gelmez ki. Firavunun bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.
  • صد هزاران طفل می‌کشت او برون ** موسی اندر صدر خانه در درون
  • O, dışarıda yüz binlerce çocuk öldürüyordu; Musa ise evinin içinde başköşede yetişmekteydi.
  • از جنون می‌کشت هر جا بد جنین ** از حیل آن کورچشم دوربین
  • O uzağı gören kör Firavun, hilelere sapıp deliliğinden nerede yeni doğmuş bir çocuk varsa öldürtmekteydi.
  • اژدها بد مکر فرعون عنود ** مکر شاهان جهان را خورده بود
  • İnatçı Firavunun hilesi ejderha idi, bütün âlem padişahlarının hilelerini yutmuştu.
  • لیک ازو فرعون‌تر آمد پدید ** هم ورا هم مکر او را در کشید 965
  • Fakat ondan daha Firavun birisi zuhur etti. Onu da yuttu, hilesini de!
  • اژدها بود و عصا شد اژدها ** این بخورد آن را به توفیق خدا
  • O bir ejderha idi, asâ da bir ejderha oldu. Bu, onu Allah tevfikiyle sömürüp yutuverdi!
  • دست شد بالای دست این تا کجا ** تا بیزدان که الیه المنتهی
  • El üstünde el var… Nereye kadar bu. Ta son erişilecek menzile, ta Allah’a kadar!
  • کان یکی دریاست بی غور و کران ** جمله دریاها چو سیلی پیش آن
  • Çünkü o, öyle bir denizdir ki ne dibi var, ne kıyısı! Bütün denizler, ona karşı sele benzer.
  • حیله‌ها و چاره‌ها گر اژدهاست ** پیش الا الله آنها جمله لاست
  • Hileler, tedbirler ejderha ise Tek Allah önünde hepsi de hiçtir!
  • چون رسید اینجا بیانم سر نهاد ** محو شد والله اعلم بالرشاد 970
  • Sözün, buraya gelince yere baş koyup mahvoldu… Doğru yolu Allah daha iyi bilir!
  • آنچ در فرعون بود اندر تو هست ** لیک اژدرهات محبوس چهست
  • Firavunda olan yok mu? Sende de var. Fakat senin ejderha kuyuya hapsedilmiş!
  • ای دریغ این جمله احوال توست ** تو بر آن فرعون بر خواهیش بست
  • Yazıklar olsun… Bunların hepsi de senin ahvalin. Fakat sen, onları Firavuna isnat etmek istersin.
  • گر ز تو گویند وحشت زایدت ** ور ز دیگر آفسان بنمایدت
  • Senin hâlinden bahsettiler mi canın sıkılır, başkasından bahsettiler mi sana masal gelir.