English    Türkçe    فارسی   

3
968-992

  • کان یکی دریاست بی غور و کران ** جمله دریاها چو سیلی پیش آن
  • Çünkü o, öyle bir denizdir ki ne dibi var, ne kıyısı! Bütün denizler, ona karşı sele benzer.
  • حیله‌ها و چاره‌ها گر اژدهاست ** پیش الا الله آنها جمله لاست
  • Hileler, tedbirler ejderha ise Tek Allah önünde hepsi de hiçtir!
  • چون رسید اینجا بیانم سر نهاد ** محو شد والله اعلم بالرشاد 970
  • Sözün, buraya gelince yere baş koyup mahvoldu… Doğru yolu Allah daha iyi bilir!
  • آنچ در فرعون بود اندر تو هست ** لیک اژدرهات محبوس چهست
  • Firavunda olan yok mu? Sende de var. Fakat senin ejderha kuyuya hapsedilmiş!
  • ای دریغ این جمله احوال توست ** تو بر آن فرعون بر خواهیش بست
  • Yazıklar olsun… Bunların hepsi de senin ahvalin. Fakat sen, onları Firavuna isnat etmek istersin.
  • گر ز تو گویند وحشت زایدت ** ور ز دیگر آفسان بنمایدت
  • Senin hâlinden bahsettiler mi canın sıkılır, başkasından bahsettiler mi sana masal gelir.
  • چه خرابت می‌کند نفس لعین ** دور می‌اندازدت سخت این قرین
  • Lâkin nefis seni ne de harap etmiş… Bu arkadaşın da seni hikâyelerle uzaklara atmakta!
  • آتشت را هیزم فرعون نیست ** ورنه چون فرعون او شعله‌زنیست 975
  • Senin ateşine, Firavunun ateşine atılan odun atılmamakta, onun gibi fırsat bulamıyorsun sen. Yoksa fırsat bulsan senin ateşin de Firavunun ateşi gibi yalımlanır!
  • حکایت مارگیر کی اژدهای فسرده را مرده پنداشت در ریسمانهاش پیچید و آورد به بغداد
  • Yılancının donmuş bir ejderhayı ölü sanarak iple bağlayıp Bağdat’a getirmesi
  • یک حکایت بشنو از تاریخ‌گوی ** تا بری زین راز سرپوشیده بوی
  • Eski vakaları bilip söyleyenden bir hikâye dinle de bu üstü örtülü sırdan bir koku al.
  • مارگیری رفت سوی کوهسار ** تا بگیرد او به افسونهاش مار
  • Bir yılancı, afsunlarla yılan tutmak üzere dağlara yüz tuttu.
  • گر گران و گر شتابنده بود ** آنک جویندست یابنده بود
  • Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı, nihayet aradığını bulur.
  • در طلب زن دایما تو هر دو دست ** که طلب در راه نیکو رهبرست
  • İki elini de aramadan çekme. Arama, yolda en iyi bir kılavuzdur.
  • لنگ و لوک و خفته‌شکل و بی‌ادب ** سوی او می‌غیژ و او را می‌طلب 980
  • Topal olsan, sakat olsan bile, uyuklar gibi halde, hatta edepsizce sine de olsa ona doğru kımıldan, onu ara.
  • گه بگفت و گه بخاموشی و گه ** بوی کردن گیر هر سو بوی شه
  • Gâh lâfla, gâh susarak, gâh şuraya, buraya boynunu uzatarak, o padişahın kokusunu almaya çalış.
  • گفت آن یعقوب با اولاد خویش ** جستن یوسف کنید از حد بیش
  • Yakup, oğullarına “Yusuf’un kokusunu haddinden fazla arayın” dedi.
  • هر حس خود را درین جستن بجد ** هر طرف رانید شکل مستعد
  • Siz de her duygunuzu istidatlı bir hâle getirin de her yanda adamakıllı onu araştırın.
  • گفت از روح خدا لا تیاسوا ** همچو گم کرده پسر رو سو بسو
  • Allah, “Allah lütfundan meyus olmayın, ümit kesmeyin” dedi. Çocuğunu kaybetmiş Yakup gibi sen de bucak bucak yürü.
  • از ره حس دهان پرسان شوید ** گوش را بر چار راه آن نهید 985
  • Onu ağzınla sorup soruşturun. Dört yana kulak verip onu araştırın!
  • هر کجا بوی خوش آید بو برید ** سوی آن سر کاشنای آن سرید
  • Nereden bir güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o âşinanın kokusunu alırsanız o tarafa yürüyün!
  • هر کجا لطفی ببینی از کسی ** سوی اصل لطف ره یابی عسی
  • Nerede bir kişiden lütuf görürsen o adama mukayyet ol… Belki o lütfun aslına yol bulursun, olur ya!
  • این همه خوشها ز دریاییست ژرف ** جزو را بگذار و بر کل دار طرف
  • Bütün bu hoşluklar, ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
  • جنگهای خلق بهر خوبیست ** برگ بی برگی نشان طوبیست
  • Halkın savaşları hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok mu, asıl saadet nişanesi odur.
  • خشمهای خلق بهر آشتیست ** دام راحت دایما بی‌راحتیست 990
  • Halkın kızışları sulh içindir ama rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır.
  • هر زدن بهر نوازش را بود ** هر گله از شکر آگه می‌کند
  • Her sille, okşamak içindir... Her şikâyet, insana şükretmeyi andırır.
  • بوی بر از جزو تا کل ای کریم ** بوی بر از ضد تا ضد ای حکیم
  • Ey kerem sahibi, cüzden kül kokusunu al… Ey hakîm, zıttan zıddı istidlâl et!