-
زرق چون برقست و اندر نور آن ** راه نتوانند دیدن رهروان
- Hile yıldırıma benzer... Onun ışığıyla yolcuların, yolu görmelerine imkân yok!
-
این جهان و اهل او بیحاصلاند ** هر دو اندر بیوفایی یکدلاند
- Bu âlemde de bir şey yok, bu âlemdekilerde de! Her ikisi de vefasızlıkta aynı gönle sahip!
-
زادهی دنیا چو دنیا بیوفاست ** گرچه رو آرد به تو آن رو قفاست 1650
- Dünyanın oğlu dünya gibi vefasız... Sana yüz tutar ama o, yüz değildir, arkadır!
-
اهل آن عالم چو آن عالم ز بر ** تا ابد در عهد و پیمان مستمر
- Fakat o cihanın ehli, o cihan gibi ebedi olarak ihsan ve keremdeki ahitlerinde, Peymanlarında dururlar!
-
خود دو پیغمبر به هم کی ضد شدند ** معجزات از همدگر کی بستدند
- Hiç iki peygamberin birbirine zıt olduğunu, birbirlerinin mucizesini kapıp aldığını gördün mü?
-
کی شود پژمرده میوهی آن جهان ** شادی عقلی نگردد اندهان
- O âlemin meyvesi solar, bozulur mu? Akla mensup neşe kederlenmez ki!
-
نفس بیعهدست زان رو کشتنیست ** او دنی و قبلهگاه او دنیست
- Nefis, ahdinde durmaz; o yüzden gebertilecek bir şeydir ya! Kendisi de alçaktır, kıblegâhı da alçaktır.
-
نفسها را لایقست این انجمن ** مرده را درخور بود گور و کفن 1655
- Nefislere de bu alçaklar topluluğu lâyıktır... Ölüye mezarın, kefenin layık olduğu gibi!
-
نفس اگر چه زیرکست و خردهدان ** قبلهاش دنیاست او را مرده دان
- Zekidir, ince şeyleri bilir... Bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen!
-
آب وحی حق بدین مرده رسید ** شد ز خاک مردهای زنده پدید
- Allah’ın vahiy suyu bu ölüye ispat etti de ölü topraktan bir diri zuhur etti.
-
تا نیاید وحش تو غره مباش ** تو بدان گلگونهی طال بقاش
- Fakat sen vahiy gelmedikçe sakın o yüzüne sürdüğün ömrü uzun olasıca kırmızılığa güvenip aldanma, gururlanma ha!
-
بانگ و صیتی جو که آن خامل نشد ** تاب خورشیدی که آن آفل نشد
- Nazardan düşücü olmayan bir ses, bir şöhret... Batmayan bir güneşe mensup parlaklık ara!
-
آن هنرهای دقیق و قال و قیل ** قوم فرعوناند اجل چون آب نیل 1660
- O ince hünerler, o dedikodular, Firavun’un kavmine benzer, ecel Nil nehrine!
-
رونق و طاق و طرنب و سحرشان ** گرچه خلقان را کشد گردن کشان
- Onları parlaklığı kemerleri, sayvanları ve büyüleri, halkı boyunlarından zorla çeker ama
-
سحرهای ساحران دان جمله را ** مرگ چوبی دان که آن گشت اژدها
- Hepsini de büyücülerin büyüsü bil... Ölümse ejderha haline gelen o sopadır.
-
جادویها را همه یک لقمه کرد ** یک جهان پر شب بد آن را صبح خورد
- Bütün büyüleri bir lokma yaptı da yuttu... Geceyle dolu olan bir âlemi sabahın yalayıp yutması gibi hani!
-
نور از آن خوردن نشد افزون و بیش ** بل همان سانست کو بودست پیش
- Fakat o yutmakla sabahın nuru artmadı ki... Evvelce nasılsa yine de öyle!
-
در اثر افزون شد و در ذات نی ** ذات را افزونی و آفات نی 1665
- Çokluk, fazlalık eserdedir, zatta değil... Zatta ne artma vardır, ne eksilme!
-
حق ز ایجاد جهان افزون نشد ** آنچ اول آن نبود اکنون نشد
- Allah âlemi yaratmakla çoğalmadı, artmadı... Zaten önce olmayan şimdi olmuş değildir ki!
-
لیک افزون گشت اثر ز ایجاد خلق ** در میان این دو افزونیست فرق
- Fakat halkın yaratılmasıyla eser çoğaldı, arttı. Yalnız bu iki artmanın arasında hayli fark var!
-
هست افزونی اثر اظهار او ** تا پدید آید صفات و کار او
- Eserin artması onun zuhurudur... Bu suretle sanatları ve işi zahir olur, görünür.
-
هست افزونی هر ذاتی دلیل ** کو بود حادث به علتها علیل
- Zatın artmasına gelince bu, o zatın sebeplere bağlı ve sonradan meydana gelmiş olduğuna delildir.
-
تفسیر اوجس فی نفسه خیفة موسی قلنا لا تخف انک انت الا علی
- Musa, içinde bir korku duydu. Dedik ki: Korkma, sen, ondan yücesin ayetinin tefsiri
-
گفت موسی سحر هم حیرانکنیست ** چون کنم کین خلق را تمییز نیست 1670
- Musa, büyü de insanı şaşırtır... Ben ne yapayım ne işleyeyim? Halk, mucizeyle büyüyü ayırt edemez ki dedi.
-
گفت حق تمییز را پیدا کنم ** عقل بیتمییز را بینا کنم
- Allah dedi ki: O fark edişi ben onlarda izhar eder, doğruyu eğriyi ayırt edemeyen aklı görür, bilir bir hale getiririm.
-
گرچه چون دریا برآوردند کف ** موسیا تو غالب آیی لا تخف
- Onlar deniz gibi köpürdüler ama korkma ya Musa, sen üstün olacaksın!