English    Türkçe    فارسی   

4
2641-2665

  • چشم دریا بسطتی کز بسط او ** هر دو عالم می‌نماید تار مو
  • Hâlbuki o öyle engin bir gözdür ki iki âlem bile ona bir kıl kadar görünmektedir.
  • گر هزاران چرخ در چشمش رود ** هم‌چو چشمه پیش قلزم گم شود
  • Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynağın denizin yanında kayboluşu gibi kaybolur!
  • چشم بگذشته ازین محسوسها ** یافته از غیب‌بینی بوسها
  • O göz, bu duygu âlemine ait şeylerden geçti mi gayb âlemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
  • خود نمی‌یابم یکی گوشی که من ** نکته‌ای گویم از آن چشم حسن
  • Zaten bir kulak bulamıyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim!
  • می‌چکید آن آب محمود جلیل ** می‌ربودی قطره‌اش را جبرئیل 2645
  • O gözden ulu ve kutlu yaşlar süzülse Cebrail, katrasını kapardı.
  • تا بمالد در پر و منقال خویش ** گر دهد دستوریش آن خوب کیش
  • O güzel gidişli dilber, müsaade ederse bu kaptığı katrayı kanadına, gagasına sürerdi!
  • باز گوید خشم کمپیر ار فروخت ** فر و نور و علم و صبرم را نسوخت
  • Doğan der ki: Kocakarının kızgınlığı alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrımı ve ilmimi yakmadı ya!
  • باز جانم باز صد صورت تند ** زخم بر ناقه نه بر صالح زند
  • Can doğanım, yüzlerce suret dokur, durur, deveyi yaralar, Salih'i değil!
  • صالح از یک‌دم که آرد با شکوه ** صد چنان ناقه بزاید متن کوه
  • Salih, ululukla bir nefes aldı, bir dua etti mi dağdan, o çeşit yüzlerce deve doğar!
  • دل همی گوید خموش و هوش دار ** ورنه درانید غیرت پود و تار 2650
  • Gönül der ki: Sus, aklını başına al... Yoksa gayret, varlık nescini çeker, yırtar!
  • غیرتش را هست صد حلم نهان ** ورنه سوزیدی به یک دم صد جهان
  • Fakat ne çare., padişahlık gururu, öğüt dinletmiyordu; nihayet öğüdü gönlünden koparıp attı.
  • نخوت شاهی گرفتش جای پند ** تا دل خود را ز بند پند کند
  • Allah gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardır... Yoksa bir anda yüzlerce cihanı yakardı!
  • که کنم بار رای هامان مشورت ** کوست پشت ملک و قطب مقدرت
  • Mutlaka Haman'la görüşüp danışmam lâzım... Ülke ona dayanmaktadır, ben onunla kuvvet, kudret bulmaktayım, dedi.
  • مصطفی را رای‌زن صدیق رب ** رای‌زن بوجهل را شد بولهب
  • Mustafa'nın meşveret ettiği zat, Allah Sıddıkıydi. EbucehFe fikir veren Ebuleheb'di!
  • عرق جنسیت چنانش جذب کرد ** کان نصیحتها به پیشش گشت سرد 2655
  • Cinsiyet, onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulağına bile giremedi.
  • جنس سوی جنس صد پره پرد ** بر خیالش بندها را بر درد
  • Her şey, kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider, ona ulaşma hayaliyle bağlarını yırtıp yürür!
  • قصه‌ی آن زن کی طفل او بر سر ناودان غیژید و خطر افتادن بود و از علی کرم‌الله وجهه چاره جست
  • Çocuğu, kayıp oluk üstüne giden ve tehlikeye düşen kadının, Allah yüzünü ululasın, Ali'ye gelerek çare araması
  • یک زنی آمد به پیش مرتضی ** گفت شد بر ناودان طفلی مرا
  • Murtaza'nın yanına bir kadın gelip dedi ki; Çocuğum, oluğun üstüne kaydı.
  • گرش می‌خوانم نمی‌آید به دست ** ور هلم ترسم که افتد او به پست
  • Çağırsam ele geçmez. Bıraksam düşüp helak olacağından korkuyorum.
  • نیست عاقل تا که دریابد چون ما ** گر بگویم کز خطر سوی من آ
  • Akıllı değil ki tehlikeden kurtul, yanıma gel diyeyim de anlasın.
  • هم اشارت را نمی‌داند به دست ** ور بداند نشنود این هم به دست 2660
  • Elle işaret etsem anlamaz, anlasa bile kötülük şu ki dinlemez!
  • بس نمودم شیر و پستان را بدو ** او همی گرداند از من چشم و رو
  • Mememi, südumu gösterdim ama benden gözünü, yüzünü çevirip duruyor!
  • از برای حق شمایید ای مهان ** دستگیر این جهان و آن جهان
  • Allah hakkı için ey ulular, siz, bu âlemde de âcizlerin ellerinden tutan, onlara yardım eden erlersiniz, o âlemde de!
  • زود درمان کن که می‌لرزد دلم ** که بدرد از میوه‌ی دل بسکلم
  • Benim derdime tez bir derman bul ki gönlümün mey vasini kaybedeceğim diye yüreğim titremede!
  • گفت طفلی را بر آور هم به بام ** تا ببیند جنس خود را آن غلام
  • Ali dedi ki: dama bir çocuk çıkar., çocuğun, kendi cinsini görünce,
  • سوی جنس آید سبک زان ناودان ** جنس بر جنس است عاشق جاودان 2665
  • Derhal oluktan dama gelir., cins, cinsine ebedî olarak âşıktır.