-
گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
- Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
-
ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
- Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
-
لیک میخواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا 3005
- Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun...
-
تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
- Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
-
قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
- Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
-
زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
- Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
-
هم سال از علم خیزد هم جواب ** همچنانک خار و گل از خاک و آب
- Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
-
هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** همچنانک تلخ و شیرین از ندا 3010
- Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!
-
ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
- Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
-
مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
- Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
-
ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
- Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
-
خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
- Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
-
پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب 3015
- Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
-
موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
- Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
-
چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشههااش یافت خوبی و نظام
- Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
-
داس بگرفت و مر آن را میبرید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
- Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
-
که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را میبری
- Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
-
گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست 3020
- Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum.
-
دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
- Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
-
نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب میکند در بیختن
- Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
-
گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
- Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
-
گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
- Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
-
در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیرهی گلناک هست 3025
- Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da.
-
این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
- Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
-
واجبست اظهار این نیک و تباه ** همچنانک اظهار گندمها ز کاه
- Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vâcip.