English    Türkçe    فارسی   

4
3082-3106

  • آنچنان که گفت پیغامبر ز نور ** که نشانش آن بود اندر صدور
  • Peygamberin nuru anlatılırken gönüllerdeki nişanesini söylediği gibi hani...
  • که تجافی آرد از دار الغرور ** هم انابت آرد از دار السرور
  • Dedi ki: Nur, kalbe girdi mi nişanesi şudur: İnsan bu yalan yurttan uzaklaşır, neşeler yurdu olan ahiretten de geçer!
  • بهر شرح این حدیث مصطفی ** داستانی بشنو ای یار صفا
  • Ey temiz dost, Mustafa’nın bu hadisini anlatmak için bir hikaye söyleyeceğiz, dinle.
  • حکایت آن پادشاه‌زاده کی پادشاهی حقیقی بوی روی نمود یوم یفرالمرء من اخیه و امه و ابیه نقد وقت او شد پادشاهی این خاک توده‌ی کودک طبعان کی قلعه گیری نام کنند آن کودک کی چیره آید بر سر خاک توده برآید و لاف زندگی قلعه مراست کودکان دیگر بر وی رشک برند کی التراب ربیع الصبیان آن پادشاه‌زاده چو از قید رنگها برست گفت من این خاکهای رنگین را همان خاک دون می‌گویم زر و اطلس و اکسون نمی‌گویم من ازین اکسون رستم یکسون رفتم و آتیناه الحکم صبیا ارشاد حق را مرور سالها حاجت نیست در قدرت کن فیکون هیچ کس سخن قابلیت نگوید
  • Kendisine hakikî padişahlık yüzü gösteren ve “İnsan o gün kardeşinden,anasından,babasından bile kaçar”âyeti hali olan şehzade..bu toprak yığınının padişahlığı,çocuk tabiatlı kişilerindir:onlar,buna kale almak derler..çocuğun biri üstün gelir,toprak yığınının üstüne çıkar,kale benimdir der..öbür çocuklar,ona haset ederler:çünkü toprak çocukların baharıdır.O şehzade,renklerin bağından kurtulduğundan ben bu renkli topraklara aşağılık toprak diyor,altın,atlas ve kemha demiyorum,bu kemhadan kurtuldum,tek renkli gayb âlemine gittim dedi.”Biz ona çocukken hüküm ve peygamberlik verdik”âyetine göre Tanrı irşadı için yıllar geçmeye lüzum yoktur..dilediğini emredip derhal yapan Tanrı kudretine karşı kimse kabiliyetinden bahsedemez.
  • پادشاهی داشت یک برنا پسر ** باطن و ظاهر مزین از هنر 3085
  • Bir padişahın yiğit bir oğlu vardı... zâhiri de hünerlerle bezenmişti, bâtını da.
  • خواب دید او کان پسر ناگه بمرد ** صافی عالم بر آن شه گشت درد
  • Bir gece rüyasında çocuğunun ansızın öldüğünü gördü. Padişaha âlemin arılığı tortulu bir hal oldu.
  • خشک شد از تاب آتش مشک او ** که نماند از تف آتش اشک او
  • Yanışının tesiri ile gözyaşları bile kurudu, ağlamaya bile iktidarı kalmadı.
  • آنچنان پر شد ز دود و درد شاه ** که نمی‌یابید در وی راه آه
  • Öyle dertlendi, öyle kederlendi ki ah etmeye bile mecali kesildi!
  • خواست مردن قالبش بی‌کار شد ** عمر مانده بود شه بیدار شد
  • Ölüm isteği ile cesedi, iş görmez bir hal aldı... neyse eceli gelmemiş, ömrü varmış; uykudan uyandı.
  • شادیی آمد ز بیداریش پیش ** که ندیده بود اندر عمر خویش 3090
  • Bu sefer de uyanınca öyle bir sevindi ki ömründe öyle bir sevinç görmemişti.
  • که ز شادی خواست هم فانی شدن ** بس مطوق آمد این جان و بدن
  • Sevinçten ölecekti âdeta... canı ile bedeni sanki ölümle dirim arasında tomruğa vurulmuştu!
  • از دم غم می‌بمیرد این چراغ ** وز دم شادی بمیرد اینت لاغ
  • Bu ışık gam soluğu ile de söner, neşe soluğu ile de... işte sana bir alay, işte sana bir eğlence!
  • در میان این دو مرگ او زنده است ** این مطوق شکل جای خنده است
  • O, bu iki ölüm arasında diridir... bu tomruğa vurulmuş olduğu halde gülünecek bir şey!
  • شاه با خود گفت شادی را سبب ** آنچنان غم بود از تسبیب رب
  • Padişah kendi kendine dedi ki: bu neşeye sebep, o gamdı; Tanrı sebep ihsan etti, sevindim.
  • ای عجب یک چیز از یک روی مرگ ** وان ز یک روی دگر احیا و برگ 3095
  • Ne şaşılacak şey! Bir hadise bir yönden ölüm, öbür yönden dirim ve sevinç.
  • آن یکی نسبت بدان حالت هلاک ** باز هم آن سوی دیگر امتساک
  • Şu bir yönden tatlıdır, zevk vericidir. Diğer bir yönden de öldürücü, azap vericidir.
  • شادی تن سوی دنیاوی کمال ** سوی روز عاقبت نقص و زوال
  • Ten sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik... fakat ahiret gününe göre noksan ve zeval!
  • خنده را در خواب هم تعبیر خوان ** گریه گوید با دریغ و اندهان
  • Düş yorucu rüyada gülmeyi ağlamaya, hayıflamaya, kederlenmeye yorar.
  • گریه را در خواب شادی و فرح ** هست در تعبیر ای صاحب مرح
  • Ağlamayı da sevince, feraha verir ey şen, esen kişi!
  • شاه اندیشید کین غم خود گذشت ** لیک جان از جنس این بدظن گشت 3100
  • Padişah, bu gam geçti gitti ama can, bu çeşit şeylerden kötü şüphelere düşer diye düşünceye daldı.
  • ور رسد خاری چنین اندر قدم ** که رود گل یادگاری بایدم
  • Gül gider de dedi, ayağıma böyle bir diken batarsa hiç olmazsa ondan bana bir yadigâr kalmalı!
  • چون فنا را شد سبب بی‌منتهی ** پس کدامین راه را بندیم ما
  • Yokluğa sayısız, sonsuz sebepler var... hangi yolu kapayalım ki?
  • صد دریچه و در سوی مرگ لدیغ ** می‌کند اندر گشادن ژیغ ژیغ
  • Isırıcı ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapı var... açılırken her biri cik cik etmekte!
  • ژیغ‌ژیغ تلخ آن درهای مرگ ** نشنود گوش حریص از حرص برگ
  • O ölüm kapılarının acı cik ciklerini haris kişinin kulağı, mal ve mülk hırsından duymaz.
  • از سوی تن دردها بانگ درست ** وز سوی خصمان جفا بانگ درست 3105
  • Bir taraftan bedenin dertleri, kapıların sesi... bir taraftan düşmanların cefası kapıların sesi.
  • جان سر بر خوان دمی فهرست طب ** نار علتها نظر کن ملتهب
  • Canım efendim, hele bir tıp fihristini oku hastalıkların yalımlı ateşini gör!