-
بعد از آن چندان که میکوشید او ** خود مجالش مینداد آن تندخو
- Ondan sonra ne kadar çalıştı çabaladıysa o sert huylu dilber, bir türlü mecâl vermemiş, bir türlü kendisini göstermemişti.
-
نه بلا به چاره بودش نه به مال ** چشم پر و بیطمع بود آن نهال 45
- Ne yalvarmanın bir çaresi olmuştu, ne mal, mülk vermenin... O fidan sevgilinin gözü toktu, tamahı yoktu!
-
عاشق هر پیشهای و مطلبی ** حق بیالود اول کارش لبی
- Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye âşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona lezzeti tattırır...
-
چون بدان آسیب در جست آمدند ** پیش پاشان مینهد هر روز بند
- Ondan sonra âşıklar, o lezzetle, dileklerini aramaya koyuldular mı her gün önlerine bir tuzak çıkarır, ayaklarına bir bağ vurur!
-
چون در افکندش بجست و جوی کار ** بعد از آن در بست که کابین بیار
- Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikâh parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar.
-
هم بر آن بو میتنند و میروند ** هر دمی راجی و آیس میشوند
- Âşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar... Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar.
-
هر کسی را هست اومید بری ** که گشادندش در آن روزی دری 50
- Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır... Nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar.
-
باز در بستندش و آن درپرست ** بر همان اومید آتش پا شدست
- Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!
-
چون درآمد خوش در آن باغ آن جوان ** خود فرو شد پا به گنجش ناگهان
- O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
-
مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
- Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
-
بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
- Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
-
پس قرین میکرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس 55
- O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:
-
که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
- “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
-
از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
- Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
-
سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگیاش وا رهان
- Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
-
گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
- Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
-
گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد 60
- Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir...
-
ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
- Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
-
ماتمی در جان او افتد از آن ** صد چنین ادبارها دارد عوان
- Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... Kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
-
او عوان را در دعا در میکشید ** کز عوان او را چنان راحت رسید
- Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
-
بر همه زهر و برو تریاق بود ** آن عوان پیوند آن مشتاق بود
- Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
-
پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان 65
- Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,
-
در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
- Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
-
مر یکی را پا دگر را پایبند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
- Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
-
زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
- Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!