English    Türkçe    فارسی   

4
471-495

  • سنگ بی‌حمال آینده شده ** وان در و دیوارها زنده شده
  • Taş, hammalsız geliyordu... o kapı, o duvarlar, âdeta canlıydı.
  • حق همی‌گوید که دیوار بهشت ** نیست چون دیوارها بی‌جان و زشت
  • Allah daima der ki: Cennetin duvarları, bu duvarlar gibi cansız ve çirkin değildir.
  • چون در و دیوار تن با آگهیست ** زنده باشد خانه چون شاهنشهیست
  • Ten kapısı, ten duvarı gibi uyanıktır... Cennet evi de diridir; çünkü padişahlar padişahına mensuptur orası!
  • هم درخت و میوه هم آب زلال ** با بهشتی در حدیث و در مقال
  • Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler, meyve de, akan duru sular da!
  • زانک جنت را نه ز آلت بسته‌اند ** بلک از اعمال و نیت بسته‌اند 475
  • Çünkü cenneti aletle yapmamışlardır ki... Orası amellerden, niyetlerden yapılmadır.
  • این بنا ز آب و گل مرده بدست ** وان بنا از طاعت زنده شدست
  • Bu yapı ölü sudan, ölü topraktan yapılmıştır; o yapı diri ibadetlerle kurulmuştur.
  • این به اصل خویش ماند پرخلل ** وان به اصل خود که علمست و عمل
  • Bu aslına benzer, dağınıklıklarla doludur... O da aslı olan ilme, amele benzer!
  • هم سریر و قصر و هم تاج و ثیاب ** با بهشتی در سال و در جواب
  • Oradaki taht da, köşk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
  • فرش بی‌فراش پیچیده شود ** خانه بی‌مکناس روبیده شود
  • Döşemesi, döşeyen olmaksızın döşenmiştir... O ev, süpürgesiz süpürülmüş, temizlenmiştir!
  • خانه‌ی دل بین ز غم ژولیده شد ** بی‌کناس از توبه‌ای روبیده شد 480
  • Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür, arınır.
  • تخت او سیار بی‌حمال شد ** حلقه و در مطرب و قوال شد
  • O yurdun tahtı, kimse taşıyıp götürmeksizin gider yürür... Kapı halkası da güzel seslerle şarkılar söyler, çalgılar çalar, kapı da!
  • هست در دل زندگی دارالخلود ** در زبانم چون نمی‌آید چه سود
  • Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliği var... Fakat ne fayda, dilime gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki!
  • چون سلیمان در شدی هر بامداد ** مسجد اندر بهر ارشاد عباد
  • Süleyman her sabah çağı halkı irşad için mescide girdi mi,
  • پند دادی گه بگفت و لحن و ساز ** گه به فعل اعنی رکوعی یا نماز
  • Gâh sözle, gâh nameyle, sazla gâh işle, yani rükû ederek yahut namaz kılarak halka öğüt verirdi.
  • پند فعلی خلق را جذاب‌تر ** که رسد در جان هر باگوش و کر 485
  • İşle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker... Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar!
  • اندر آن وهم امیری کم بود ** در حشم تاثیر آن محکم بود
  • Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur... Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!
  • قصه‌ی آغاز خلافت عثمان رضی الله عنه و خطبه‌ی وی در بیان آنک ناصح فعال به فعل به از ناصح قوال به قول
  • Allah razı olsun, Osman’ın ilk halifeliğindeki hutbesi, işe öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir.
  • قصه‌ی عثمان که بر منبر برفت ** چون خلافت یافت بشتابید تفت
  • Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.
  • منبر مهتر که سه‌پایه بدست ** رفت بوبکر و دوم پایه نشست
  • Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa,
  • بر سوم پایه عمر در دور خویش ** از برای حرمت اسلام و کیش
  • Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.
  • دور عثمان آمد او بالای تخت ** بر شد و بنشست آن محمودبخت 490
  • Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu.
  • پس سالش کرد شخصی بوالفضول ** که آن دو ننشستند بر جای رسول
  • Herzevekilin biri ona sordu: “İlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.
  • پس تو چون جستی ازیشان برتری ** چون برتبت تو ازیشان کمتری
  • Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”
  • گفت اگر پایه‌ی سوم را بسپرم ** وهم آید که مثال عمرم
  • Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.
  • بر دوم پایه شوم من جای‌جو ** گویی بوبکرست و این هم مثل او
  • İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
  • هست این بالا مقام مصطفی ** وهم مثلی نیست با آن شه مرا 495
  • Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok.