بعد از آن بر جای خطبه آن ودود ** تا به قرب عصر لبخاموش بود
Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
زهره نه کس را که گوید هین بخوان ** یا برون آید ز مسجد آن زمان
Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
هیبتی بنشسته بد بر خاص و عام ** پر شده نور خدا آن صحن و بام
Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
هر که بینا ناظر نورش بدی ** کور زان خورشید هم گرم آمدی
Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı... Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı!
پس ز گرمی فهم کردی چشم کور ** که بر آمد آفتابی بیفتور500
Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar.
لیک این گرمی گشاید دیده را ** تا ببیند عین هر بشنیده را
Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
گرمیش را ضجرتی و حالتی ** زان تبش دل را گشادی فسحتی
Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پارهای راهست تا بینا شدن
Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
این نصیب کور باشد ز آفتاب ** صد چنین والله اعلم بالصواب505
Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var!
وآنک او آن نور را بینا بود ** شرح او کی کار بوسینا بود
O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?
ور شود صد تو که باشد این زبان ** که بجنباند به کف پردهی عیان
Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor?
وای بر وی گر بساید پرده را ** تیغ اللهی کند دستش جدا
Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kılıcı elini kesiverir!
دست چه بود خود سرش را بر کند ** آن سری کز جهل سرها میکند
Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
این به تقدیر سخن گفتم ترا ** ورنه خود دستش کجا و آن کجا510
Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede?
خاله را خایه بدی خالو شدی ** این به تقدیر آمدست ار او بدی
Hani derler ya... Teyzenin tenasül aleti olsaydı dayı olurdu, işte bu sözde onun gibi!
از زبان تا چشم کو پاک از شکست ** صد هزاران ساله گویم اندکست
Dilden, sınıklıktan arınan göze... Söylenen nakledile gelen sözden görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum!
هین مشو نومید نور از آسمان ** حق چو خواهد میرسد در یک زمان
Fakat kendine gel, sakın gökyüzünün nurundan ümit kesme... Allah dilerse o nur, bir anda sana erişiverir!
صد اثر در کانها از اختران ** میرساند قدرتش در هر زمان
Mesela yıldızların madenlere yüzlerce tesiri vardır... Allah kudreti onu, madenlere her an ulaştırmadadır.
اختر گردون ظلم را ناسخست ** اختر حق در صفاتش راسخست515
Gökyüzünde bir yıldız olan güneş, karanlıkları giderir... Allah güneşiyse Allah sıfatlarında daimidir.
چرخ پانصد ساله راه ای مستعین ** در اثر نزدیک آمد با زمین
Ey yardım isteyen, güneşin tesiri, beş yüzyıllık yola olan gökten yeryüzüne geliverdi ya!
سه هزاران سال و پانصد تا زحل ** دم بدم خاصیتش آرد عمل
Zuhale üç yüz bin beş yüz yıllık, hatta daha da nice fazla bir yol var... Fakat tesiri, anbean görünüp durmada!
در همش آرد چو سایه در ایاب ** طول سایه چیست پیش آفتاب
Dilerse Allah, güneş doğunca gölgenin dürülüp kaybolduğu gibi onun da tesirini dürer kaybeder... Güneşe karşı gölgenin ne değeri olabilir?
وز نفوس پاک اختروش مدد ** سوی اخترهای گردون میرسد
Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir, yardım eder!
ظاهر آن اختران قوام ما ** باطن ما گشته قوام سما520
Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim içyüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir!
در بیان آنک حکما گویند آدمی عالم صغریست و حکمای اللهی گویند آدمی عالم کبریست زیرا آن علم حکما بر صورت آدمی مقصور بود و علم این حکما در حقیقت حقیقت آدمی موصول بود
Hûkemâ, insan küçük âlemdir derler, fakat Allah hakîmleri insan büyük âlemdir demişlerdir. Çünkü hûkemânın bilgisi, insanın suretine aittir, bu hakîmlerin bilgisiyse hakikatte insanın hakikatine ulaşmıştır.