-
که نظرگاه خداوندست آن ** کز نظرانداز خورشیدست کان
- O yüz, Allah’ın nazar ettiği yerdir... Hâlbuki altın madenine güneş nazar eder!
-
کو نظرگاه شعاع آفتاب ** کو نظرگاه خداوند لباب
- Maden güneş ışığının nazargâhıdır; âşığın yüzü hakikatlere sahip olan Allah’ın nazargâhıdır.
-
از گرفت من ز جان اسپر کنید ** گرچه اکنون هم گرفتار منید
- Şimdi de bana gelip çattınız, benim esirimsiniz ama yine benim sizi yakalamamdan korkun, canınızı siper edin!
-
مرغ فتنه دانه بر بامست او ** پر گشاده بستهی دامست او 620
- Taneye kapılmış kuş dam üstündedir ama kanadı açık olduğu halde tuzağa tutulmuştur o!
-
چون به دانه داد او دل را به جان ** ناگرفته مر ورا بگرفته دان
- Mademki gönlünü canla başla taneye verdi... Sen onu tutulmadan tutulmuş bil!
-
آن نظرها که به دانه میکند ** آن گره دان کو به پا برمیزند
- Taneye bakıp duruyor ya... Sen o bakışları, ayağına vurulan düğüm say!
-
دانه گوید گر تو میدزدی نظر ** من همی دزدم ز تو صبر و مقر
- Tane, sen şimdi bana hırsızlama bakıyorsun ama hele sabret; asıl ben seni çalıyorum;
-
چون کشیدت آن نظر اندر پیم ** پس بدانی کز تو من غافل نیم
- O bakış, sonunda seni bana çekince anlarsın ki ben senden gafil değilim der!
-
قصهی عطاری کی سنگ ترازوی او گل سرشوی بود و دزدیدن مشتری گل خوار از آن گل هنگام سنجیدن شکر دزدیده و پنهان
- Terazinin dirhemi baş yıkayacak kil olan aktarın kilini, aktar şeker tartarken kil yemeyi âdet edinmiş olan müşterinin gizlice ve hırsızlama çalması
-
پیش عطاری یکی گلخوار رفت ** تا خرد ابلوج قند خاص زفت 625
- Toprak yemeyi adet edinmiş olan birisi bir aktara gidip kelle şekeri almak istedi.
-
پس بر عطار طرار دودل ** موضع سنگ ترازو بود گل
- O hilebaz ve gönlü bozuk aktarın terazisinde dirhem ve taş yerine toprak vardı.
-
گفت گل سنگ ترازوی منست ** گر ترا میل شکر بخریدنست
- Dedi ki: Benim terazimin dirhemi topraktır. Şeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem bulayım.
-
گفت هستم در مهمی قندجو ** سنگ میزان هر چه خواهی باش گو
- Adam “Mühim bir işim var, şeker almam lazım... Dirhemin ne olursa olsun, zararı yok” dedi.
-
گفت با خود پیش آنک گلخورست ** سنگ چه بود گل نکوتر از زرست
- Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kişiye taş nedir ki? Toprak altından daha iyi!
-
همچو آن دلاله که گفت ای پسر ** نو عروسی یافتم بس خوبفر 630
- Hani o kılavuz kadın gibi... Oğlum, pek güzel bir kız buldum.
-
سخت زیبا لیک هم یک چیز هست ** که آن ستیره دختر حلواگرست
- Pek güzel ama ondan başka bir şey daha var: o namuslu kız, helvacı kızı demiş de,
-
گفت بهتر این چنین خود گر بود ** دختر او چرب و شیرینتر بود
- Evlenecek adam böyle olması daha iyi ya... Helvacının kızı daha yağlı, daha tatlı olur demiş!
-
گر نداری سنگ و سنگت از گلست ** این به و به گل مرا میوهی دلست
- Onun gibi senin de taş dirhemin yok da taş yerine toprak kullanıyorsan daha iyi ya... Toprak benim gönlümün istediği meyve!” diyordu.
-
اندر آن کفهی ترازو ز اعتداد ** او به جای سنگ آن گل را نهاد
- Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taş yerine toprak parçasını koydu.
-
پس برای کفهی دیگر به دست ** هم به قدر آن شکر را میشکست 635
- Öbür gözüne koymak üzere de o toprağın ağırlığınca şeker kırmaya koyuldu.
-
چون نبودش تیشهای او دیر ماند ** مشتری را منتظر آنجا نشاند
- Şekeri kesip kıracak bir aleti olmadığı için biraz gecikti, müşteriyi de orada bıraktı.
-
رویش آن سو بود گلخور ناشکفت ** گل ازو پوشیده دزدیدن گرفت
- Aktarın yüzü öbür yanaydı... Toprak yemeyi adet edinmiş olan müşteri, dayanamadı... Gizlice ve güya aktara göstermeden toprağı koparıp yemeye başladı.
-
ترس ترسان که نباید ناگهان ** چشم او بر من فتد از امتحان
- Ansızın döner de beni görüverir diye de korkmaktaydı.
-
دید عطار آن و خود مشغول کرد ** که فزونتر دزد هین ای رویزرد
- Aktar, bunu gördü... Gördü ama kendisini meşgul gösterdi. Diyordu ki: “A sararmış suratlı, hadi biraz daha fazla çal!
-
گر بدزدی وز گل من میبری ** رو که هم از پهلوی خود میخوری 640
- Toprağımı çalıyorsan bana bir şey olmuyor; sen, adeta kendi yanından et koparıyor, kendi etini yiyorsun!
-
تو همی ترسی ز من لیک از خری ** من همیترسم که تو کمتر خوری
- Benden korkup duruyorsun ya eşekliğinden... Ben de az yiyeceksin diye korkmaktayım!