English    Türkçe    فارسی   

4
714-738

  • نه چو آن ابله که یابد قرب شاه ** سهل و آسان در فتد آن دم ز راه
  • Padişaha yakın olduğu, padişahın yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan ahmağa benzeme!
  • چون ز قربانی دهندش بیشتر ** پس بگوید ران گاوست این مگر 715
  • Ahmak kurbanlık koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der.
  • نیست این از ران گاو ای مفتری ** ران گاوت می‌نماید از خری
  • A iftiracı, bu öküz budu değil... Fakat eşekliğinden sana öküz budu görünmede.
  • بذل شاهانه‌ست این بی رشوتی ** بخشش محضست این از رحمتی
  • Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanı... Bu rahmet yüzünden verilen hususi bir ihsan!
  • تحریض سلیمان علیه‌السلام مر رسولان را بر تعجیل به هجرت بلقیس بهر ایمان
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in imana gelmesi için elçilerin tez gitmesini emretmesi ve onları teşviki
  • هم‌چنان که شه سلیمان در نبرد ** جذب خیل و لشکر بلقیس کرد
  • Süleyman Peygamber de savaşacağı yerde Belkıs’ın adamlarını ve askerini kendisine çekti.
  • که بیایید ای عزیزان زود زود ** که برآمد موجها از بحر جود
  • Ey azizler dedi, çabucak gelin... Çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya başladı.
  • سوی ساحل می‌فشاند بی‌خطر ** جوش موجش هر زمانی صد گهر 720
  • 720.Köpüren dalgaları, her an kıyıya zararsız, ziyansız, yüzlerce inci atar!
  • الصلا گفتیم ای اهل رشاد ** کین زمان رضوان در جنت گشاد
  • Ey doğru yolu bulanlar, salâ dedim size... Rıdvan, şimdicek cennet kapısını açtı.
  • پس سلیمان گفت ای پیکان روید ** سوی بلقیس و بدین دین بگروید
  • Süleyman dedi ki: “Ey elçiler, gidin, Belkıs’a varın, onu bu dine inandırın!
  • پس بگوییدش بیا اینجا تمام ** زود که ان الله یدعوا بالسلام
  • Deyin ki: Hep buraya gelin... Çabuk şüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çağırtmada!
  • هین بیا ای طالب دولت شتاب ** که فتوحست این زمان و فتح باب
  • Ey devlet isteyen, tez buraya gel... Bu zaman, feyiz zamanı, kapıların açıldığı çağ!
  • ای که تو طالب نه‌ای تو هم بیا ** تا طلب یابی ازین یار وفا 725
  • Ey dilemeyen sen de gel... Sen de gel de bu vefalı sevgiliden dilek sahibi olasın!
  • سبب هجرت ابراهیم ادهم قدس الله سره و ترک ملک خراسان
  • Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhemin ülkesinden göçmesindeki sebep ve Horasan saltanatını terk etmesi
  • ملک برهم زن تو ادهم‌وار زود ** تا بیابی هم‌چو او ملک خلود
  • Sen de Edhem gibi devlet ve saltanatı hemencecik terk et de ebedi bir saltanata eriş!
  • خفته بود آن شه شبانه بر سریر ** حارسان بر بام اندر دار و گیر
  • İbrahim Edhem, geceleyin tahtında uyumaktaydı. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü edip duruyorlardı.
  • قصد شه از حارسان آن هم نبود ** که کند زان دفع دزدان و رنود
  • Padişah, bekçilerin hırsızları ve kötü kişileri defetmelerini istemiyordu.
  • او همی دانست که آن کو عادلست ** فارغست از واقعه آمن دلست
  • Çünkü kendisinin adâlet sahibi olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyordu, gönlü emindi.
  • عدل باشد پاسبان گامها ** نه به شب چوبک‌زنان بر بامها 730
  • Muratları, dilekleri koruyan adalettir... Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil!
  • لیک بد مقصودش از بانگ رباب ** هم‌چو مشتاقان خیال آن خطاب
  • Fakat padişahın, rebap sesini dinlemeden maksadı, iştiyaklar çekenler gibi Allah hitabını hayal etmekti.
  • ناله‌ی سرنا و تهدید دهل ** چیزکی ماند بدان ناقور کل
  • Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer.
  • پس حکیمان گفته‌اند این لحنها ** از دوار چرخ بگرفتیم ما
  • Hakîmler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.
  • بانگ گردشهای چرخست این که خلق ** می‌سرایندش به طنبور و به حلق
  • Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler, hep göğün hareketinden alınmadır.
  • مومنان گویند که آثار بهشت ** نغز گردانید هر آواز زشت 735
  • Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur.
  • ما همه اجزای آدم بوده‌ایم ** در بهشت آن لحنها بشنوده‌ایم
  • Biz hepimiz Âdem’in cüz’üleriydik... Cennette o nağmeleri dinledik, duyduk!
  • گرچه بر ما ریخت آب و گل شکی ** یادمان آمد از آنها چیزکی
  • Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.
  • لیک چون آمیخت با خاک کرب ** کی دهند این زیر و آن بم آن طرب
  • Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o nağmeleri verecek?